Pancho-Mancho Adındaki Yaramaz Bir Sincabın Sürpriz Ziyareti

Veysel Baba, o gece elinde çok güzel bir şiirle birlikte o sır dolu, gizem dolu Shoreditch Park’a büyük bir heyecanla gitmişti. Çünkü birkaç günlük yoğun bir çabadan sonra kalema almış olduğu o destansı şiiri hemen o çok sevgili dostu Sessiz Ayağa okumak istiyordu. Ve bu sayede de gerek yonu, gerek diğer tilki dostları ve gerekse de diğer bütün canlıları ne kadar da çok sevdiğini; o gizem dolu parkın tam ortasında haykırmak istiyordu. Çünkü onlar sayesinde hayata yeniden tutunmuştu, onlar sayesinde hayata yeniden bağlanmıştı ve onlar sayesinde de o sonu gelmez yalnızlıkları artık sona ermişti.

Veysel Baba böylesine coşku dolu, heyecan dolu bir yaşamı kendisine hediye eden o çok sevgili tilki dostlarına karşı hep kendisini borçlu hissediyordu. Ve bu borcu ödemek için de adeta gecesini gündüzüne katmıştı. Neden katmasındı ki; yakın çevresindeki o insanlarda bulamadığı o sevgiyi, o dostluğu ve o yardımlaşma ruhunu o güzelim tilkilerde bulmuştu. Ve onların arasındaki o arkadaşlık, o dostluk ilerleyen zamanla birlikte daha da bir anlam kazanmış ve daha da bir sarsılmaz hale gelmişti.

Her şeyin adeta bir masal gibi yaşandığı o sır dolu parkta geçen o güzel günler, o masalımsı geceler artık çok gerilerde kalmış gibiydi. Veysel Baba ilk önce o parkın civarında yaşayan bütün tilki dostlarını Londra dışındaki o çiftlik evine götürüp orada bırakmıştı. Ve daha sonra da o çok sevgili dostu Sessiz Ayak ve onun o akıllı kızı Goze ile birlikte yeniden Londra’ya geri dönmüşlerdi. O ayrıldıktan sonra artık o güzelim Shoreditch Park daha da bir sessizliğe bürünmüştü ve daha da bir renksiz hale gelmişti. Fakat bütün o olumsuzluklara rağmen bizim Veysel Baba her gece o sevgili dostu Sessiz Ayak’la ve onun kızı Goze’yle buluşmak için evinden dışarı çıkıyor ve o meşhur Masal Yolu’ndan yürüyerek o sır dolu, gizem dolu Shoreditch Park’ın tam da kalbinde kendisini beklemekte olan o sevgili dostlarının yanına varıyordu.

Veysel Baba o son görüşmesinde dostu Sessiz Ayağın o veda konuşmasını dinledikten sonra ve o hüzün dolu ayrılığa tanık olduktan sonra; adeta yıkılmış bir halde ve gözyaşlarına boğulmuş bir halde Kinder House adlı o binadaki evine geri döndü. O hüzün dolu ayrılıktan sonra, o gözyaşı yüklü ayrılıktan sonra şimdi daha da bir yalnız bırakmıştı ve daha da bir o karanlık dehlizlerde, o ışıksız mahzenlerde, o soğuk hücrelerde ve o dipsiz kuyularda öylece bir başına kalmıştı. Yine o korku dolu geceler, o en derin yalnızlıklarla dolu geceler, o üşümeler, o titremeler, o ani bayılmalar, o travmalar, o epilepsi nöbetleri yine geri gelmişti işte. Ve o ihanet dolu günler, o sevgiden yoksun günler, o yalnızlığa terkedilmiş günler, o acımasızlıkla dolu günler, o işkencelere uğradığı günler, o dışlanmışlıklar, o terkedilmişlikler ve bir kenarda öylece unutulduğu veya öylece kaderine terkedildiği o karanlık günler, o gözyaşı yüklü günler yine geri gelmişti işte ve yine onun kapısını çalmıştı işte.

O yalnızlıklar adamı Veysel Baba böylesi bir çaresizlik içinde derdini anlatabileceği, sorunlarını paylaşabileceği yeni bir dost aradı. Sevgili dostu Sessiz Ayağın o akıllı mı akıllı, o sevimli mi sevimli minik prensesi Goze bütün bunlara ne kadar cevap verebilirdi. Daha henüz beş aylık olan Goze’nin yaşam hakkındaki o bilgisi, o tecrübesi şimdilik bizim o yaşam yorgunu Veysel Baba’yı ne kadar teselli edebilirdi ve onun o sonu gelmez yalnızlıklarına ne kadar son verebilirdi ki? Bütün bunları düşünen adam o an için sığınabileceği bir dost, bir arkadaş veya güvenli bir liman bulamayacağını anlayınca da hemen gidip arka odadaki o yatağına uzandı. Ve o iyi kalpli annesinden, o melek yüzlü annesinden kendisine hediye kalmış olan o güzelim yorganı üstüne çektikten sonra titrer bir halde kendi kendisine: “Anne çok üşüyorum!” dedi.

Dostu Sessiz Ayağın o veda konuşmasından sonra eve kapanan Veysel Baba; artık daha bir yalnızdı ve daha bir ümitsizdi. O sır dolu parkta geçen o güzel günleri, o masalımsı günleri düşündükçe onun o yalnızlığı daha da derin bir hal alıyordu. Biraz olsun o ürkütücü derin yalnızlığını unutabilmek için bazen o küçük dağ köyünü aklına getiriyordu, bazen orada geçen o çocukluk günlerini akla getiriyordu ve bazen de o sevgili dostu Sessiz Ayak’la birlikte geçirdiği o güzel günleri akla getiriyordu.

Adam; o sıkıntılı günlerinde o çaresiz hissettiği anlarda kendisini içine düştüğü o çaresizlikten kurtaracak,o yalnızlıktan kurtaracak ve kendisini yeniden hayata bağlayacak bir yeni neden arıyordu, bir yeni sebep arıyordu ve bir yeni dost, bir yeni arkadaş arıyordu. Adam, yeniden o eski bunalımlı günlerine dönmüş gibiydi ve her an yeniden o gece alemine, o içki masalarına ve o içi boş sahte yaşamlara geri dönmekten korkuyordu. Başka türlü o derin yalnızlıklarıyla, o ürkütücü yalnızlıklarıyla nasıl ve ne şekilde baş edebilirdi. Böylesi bir yıkılımşlık anında ve böylesi bir ümitsizlik içinde eve kapanarak kendisini yeni sorunlara karşı nasıl koruyabilirdi. Bazen resim yaparak, yazı yazarak ve ara sıra kitap okuyoarak o sorunları çözebilmek ve yeniden yaşama bağlanmak için yeni bir takım nedenler üretebilmek de öyle sanıldığı kadar kolay değildi.

Büyük bir çaresizlik içinde eve kapanan Veysel Baba artık yataktan bile dışarı çıkmak istemiyordu. Çünkü biraz uyandığında, biraz o mutfağa yöneldiğinde ve biraz kahvaltı yapmaya niyetlendiğinde; o gerçek dünyaya yeniden geri dönüyordu ve işte o anda da o sevgili dostu Sessiz Ayağı aklına getiriyordu. Neden getirmesindi ki; yakın çevresindeki o insanlarda bulamadığı o sevgiyi, o dostluğu, o cana yakınlığı ve o yardımlaşma ruhunu o çok sevgili dostu Sessiz Ayak’ta bulmuştu ve onun o sevgi dolu yüreği sayesinde de yeniden hayata bağlanmıştı. Ama şimdi o sevgili dostu son birkaç ayını o sevgili yavrusuna ayırmak için ve onu, o yeni görevine hazırlayabilmek için St.John’s Hoxton Kilisesi’nin duvar dibindeki o yuvasında geçirmeye karar vermişti. Bizim o yaşam yorgunu Veysel Baba’nın oturduğu o ev ile, bizim o konuşan tilki Sessiz Ayağın yuvasının bulunduğu o meşhur St.John Hoxton Kilisesi arasındaki mesafe öyle sanıldığı kadar çok değildi. Fakat o iki sevgili dostun arasındaki o birkaç yüz metrelik mesafe arasında sanki dağlar vardı, sanki okyanuslar vardı.

Veysel Baba’nın içine düştüğü o ruh halini ve o ürkütücü yalnızlığını yukardan izleyen Lord Parapanu ve o çok sevgili eşi Batavine hemen bir şeyler yapmaya karar verdiler. Çünkü o iyi kalpli Veysel Baba’nın, o sevgi dolu Sessiz Ayak’la yapmış olduğu o en son görüşme de okumuş olduğu o destansı şiir hem o Lord Parapanu’yu hem de onun o çok sevgili eşi Prenses Batavine’yi çok etkilemişti. Böylesine güzel ve böylesine anlamlı bir şiiri kaleme alan bir iyi kalpli insan nasıl kaderine terkedilebilirdi ki?

O güzel insan Veysel Baba’yı içine düştüğü o yalnızlıktan kurtarmak için ve onu yeniden hayata bağlamak için harekete geçen Lord Parapanu’nun ve eşi Batavine’nin aklına çok değişik bir fikir geldi. Madem o iyi kalpli insan evinden dışarı çıkmak istemiyordu, o zaman biz ona bir süpriz ziyaretçi gönderelim diye bir düşünceye daldılar. Ama nasıl ve ne şekilde o sürpriz ziyaretçiyi bulacaklardı veya o süpriz ziyaretçiye kadar vereceklerdi. İşte o anda Prenses Batavine’nin aklına bir sincap geldi. Onun düşüncesine göre şöyle cin gibi akıllı, pratik zekalı, çevik aynı zamanda dik duvarları tırmanabilen, görzüne kestirdiği evlere rahatlıkla girebilen ve o evlerden ceviz gibi, fındık gibi, fıstık gibi, çikolata gibi yiyecekleri bir güzel aşırabilen tatlı bir sincap, sevimlimi sevimli bir sincap ve öylesine yaramaz, öylesine baş belası bir sincap bulabilirlerse eğer ve o yaramaz sincabı bir şekilde o sevgili dostları Veysel Baba’nın oturduğu o eve adeta bir küçük hediye gibi, bir süpriz armağan gibi gönderebilirlerse eğer; işte ozaman o iyi kalpli Veysel Baba’nın şuan içinde bulunduğu o derin yalnızlıklarına da bir son verebilirlerdi. Ama ilk önce bütün bunları yapabilecek yeteneklere sahip o sincabı bulmaları gerekiyordu.

Prenses Batavine’nin düşüncesini çok beğenen Lord Parapanu hemen harekete geçerek yeryüzündeki bütün sincapların kralı olan Gavange’nin yanına vardı ve bütün olan biteni ona anlattıktan sonra, ondan kendisine yardımcı olmasını istedi. O iyi kalpli Lord Prapanu’nun böylesine anlamlı ve böylesine dostluk içeren isteğini geri çevirmek istemeyen o büyük kral Gavange o anda hemen yeryüzündeki o sincaplar arasında detaylı bir araştırmaya girişti. Ve o anda, o büyük kral Gavange’nin emri altındaki o görevli sincaplar dünyanın dört bir yanına dağılarak söz konusu özelliklere sahip o sincabı aramaya koyuldular. Bütün yetenekli sincaplar bir bir incelenip elendikten sonra Meksika’nın Yucatan bölgesinde yaşayan o meşhur sincap Pancho Mancho’da karar kıldılar. Çünkü Pancho Mancho adındaki o sincap; Prenses Batavine’nin bir bir sıraladığı o özelliklerin hepsine de sahip bir sincaptı, her türlü yeteneği vardı, her türlü binaya çok rahatlıkla tırmanabilirdi ve aynı anda da çok yürekliydi, çok cesaretliydi. Çünkü o korkusuz bir sincaptı ve aynı zamanda onda; o büyük komutan, o devrimci komutan Pancho Villa’nın o haksızlığa karşı direniş ruhu vardı, o isyankar ruhu vardı.

Ve ayrıca o, Meksika’lı bir sincap olduğu için de var olanla yetinmek istemiyordu. Bazen diğer sincap kardeşlerini de yanına alarak o bölgede zengin bulduğu evlere gidiyor ve oralardan lezzetli bulduğu ne varsa bir güzel aşırıyordu. Ve bu yardımlaşma sayesinde de daha henüz kış gelmeden bütün kış ihtiyaçlarını bir güzel tamamlıyorlardı. Onunla ve beraberindeki diğer sincaplarla bir türlü baş edemeyen o zengin konak sahipleri de o çiftlik sahipleride ve o ceviz sahipleride; onun bu özelliğinden dolayı olsa gerek o baş belası sincaba, o yaramaz sincaba Pancho Mancho adını vermişlerdi. Çünkü o, böylesine kural tanımaz hareketiyle ve böylesine hesap vermez tavırlarıyla o isyankar insan, o büyük direnişçi Pancho Villa’ya ne kadarda çok benziyordu. Ve o kural tanımaz sincaptaki o isayankar ruh sanki o büyük devrimci Pancho Villa’dan miras kalmış gibiydi. Bütün o Yucatan bölgesinde adeta bir Pancho Mancho efsanesi doğmuştu ve herkez o meşhur sincap Pancho Mancho’dan bahsedip durmaktaydı. Ve hatta bir keresinde o bölgede yaşayan ve epeyce bir serveti olan bir ceviz tüccarı, bizim o sınır tanımaz Pancho Mancho’nun başına on bin dolarlık bir ödül koymuşsa da yine o meşhur sincap Pancho Mancho’yu ele geçirememişti.

Ve artık bundan böyle o yaramaz sincabın, o ele avuca gelmez sincabın efsanesi o yağmur yüklü şehirde, o yağmura aşık şehirde ve o sırlarla dolu Shoreditch Park civarında devam edecekti. Fakat öncelikli olarak bir yolunu bulup o ele avuca sığmaz sincabın Londra’ya getirilmesi gerekiyordu. Bunun içinde hemen ceviz nyüklü bir gemi devreye sokuldu ve bizim o efsane sincabımız, o yaramaz sincabımız Pancho Mancho söz konusu o geminin içi ceviz dolu o ambarında Londra’ya getirildi.

Gerek Prenses Batavine’nin, gerek Lord Parapanu’nun ve gereksede yeryüzündeki bütün sincapların tek koruyucu kralı olan gavange’nin yardımları sayesinde Londra’ya getirilen yaramaz sincap Pancho Mancho’yu artık yeni bir yaşam beklemekteydi. O büyük kral Parapanu tarafından Shoreditch Park civarındaki o yeni yuvasına yerleştirilen Pancho Mancho’nun bu yeni getirildiği yere alışması öyle sanıldığı gibi pek kolay olmayacaktı. Çünkü o, Meksika kökenli bir sincaptı ve oradaki o özgür yaşama alışmıştı, o ceviz ağaçlarına alışmıştı, o meşe ağaçlarına alışmıştı ve o uçsuz bucaksız ormanlara, çiftliklere alışmıştı. Oysaki bu yeni getirildiği yerde ne ceviz ağacı vardı, ne meşe ağacı vardı ve nede koşup oynayacağı uçsuz bucaksız ormanlar vardı. Ve ayrıca burada yaşayan sincaplar hem çok yeteneksizdiler ve hemde daha değişik şeylerle beslenip duruyorlardı.

Böylesine sıradan ve böylesine gürültü dolu bir yaşam şekline hiç alışık olmayan bizim o yaramaz sincap Pancho Mancho hemen yeni çareler aramaya başladı. Çünkü o anda onun aklına Meksika’daki o güzel günleri geldi, o ceviz dolu, fındık dolu, fıstık dolu, palamut dolu, cevizli kurabiye dolu ve hatta fındıklı çikolata dolu o masalımsı günleri geldi. O güzel günlerine o masalımsı günlerine yeniden geri dönmek isteyen o süper sincap Pancho Mancho tıpkı Meksika’da yağtığı gibi buradada, bu yeni getirildiği yerdede evlere girmeye karar verdi. Ve o evlerden ceviz gibi, fındık gibi, fıstık gibi ve çikolata gibi yiyecekleri bir güzel aşırmaya karar verdi.

Bu sırada Lord Parapanu hemen devreye girerek o süper sincap Pancho Mancho’ya gerek o sır dolu Shoreditch Park hakkında, gerek orada yaşayan diğer bütün canlılar hakkında, gerek o bölge insanı hakkında, gerek şehir yaşamı hakkında, gerek Sessiz Ayak ve Goze hakkında, gerek o Veysel Baba hakkında, gerek onun evi hakkında ve gerekse de o yeni görevi hakkında bir takım bilgiler verdi. Ve enson olarak da ona, tıpkı o konuşan tilki Sessiz Ayak gibi insanlarla konuşmasını öğrettikten sonra aradan çekilerek kendi sarayına geri döndü.

Lord Parapanu tarafından çok önemli bir görevi yerine getirmek için vazifelendirilen bizim yaramaz sincabımız Pancho Mancho; artık buraya niçin getirildiğini ve yeni görevinin ne olduğunu çok iyi anlamıştı. Ama öncelikle bu yeni getirildiği yere alışması gerekiyordu. Bir an önce işe başlamalı ve bu bölge hakkındaki tüm bilgileri bir an önce öğrenmeliydi. Şehir yaşantısına hiç alışık olmayan bir sincap için bütün o bilgiler çok önemliydi. Örneğin bu bölgede yaşayan diğer sincapları hiç tanımıyordu, onların o yaşam şeklini hiç bilmiyordu ve ne tür şeylerle beslendiklerini de tam olarak bilmiyordu. Burada yaşayan sincaplar bütün bir kış ne yiyip içerlerdi ve yuvalarına ne tür yiyecekler doldururlardı. Veya bu bölgede yaşayan o kızıl tilkiler ne kadar tehlikeliydiler, neyle beslenirdiler, yuvaları neredeydi, genellikle geceleri mi dışarı çıkarlardı? Veya yolda karşıdan karşıya geçerken hızla gelip geçen o arabaların altında kalıp da ezilme gibi bir tehlikenin ölçüsü ne kadardı? Veya burada yaşayan insanların hayvanlara karşı olan o sevgisi ne düzeydeydi?

Bütün bu sorulara yanıt arayan Pancho Mancho adındaki o akıllı sincap; çok kısa bir süre içinde yaşadığı o bölgeyi tanımaya başladı. Artık bölgeye alışmıştı ve artık kendi bildiği o meşhur kuralları koymanın bir zamanı gelmişti. Çünkü o, lider özelliklere sahip bir sincaptı ve liderlik onun o özgür ruhuna kazınmıştı. Burada yaşayan diğer sincaplar gibi sıradan olmak ve var olanla yetinmek onun işi değildi, olmamalıydı da. O bölgede yaşayan sincapların bir çoğu daha cevizin, fındığın, fıstığın ve hatta çikolatanın ne olduğunu, nasıl bir yiyecek olduğunu hiç bilmezken; bizim o yaramaz mı yaramaz, o sevimli mi sevimli ve o akıllı mı akıllı sincabımız, o yetenekli sincabımız Pancho Mancho daha şimdiden o yeni yuvasını cevizlerle, fındıklarla, fıstıklarla ve hatta o lezzetli mi lezzetli çikolatalarla ve şekerlerle doldurmuştu bile. Yetenekli bir sincap için, cesaretli bir sincap için ve uzağı görebilen bir sincap için bütün bunları yapmak, o dik duvarları tırmanmak ve o yüksek katlı binalardaki o evlerden o fıstıkları, o fındıkları, o cevizleri ve de o pahalı çikolataları bir güzel aşırmak öyle sanıldığı gibi pek zor değildi. Çünkü onun o isyankar ruhunda, o kural tanımaz ruhunda ve o inatçı ruhunda korku diye bir şeye asla ve asla yer yoktu. Fakat o bütün bunları yaparken ve o yuvasını daha şimdiden yiyeceklerle doldururken; daha birkaç hafta önce Lord Parapanu’nun kendisine vermiş olduğu o çok önemli görevi epeyce bir ihmal etmişe benziyordu.

Artık asıl görevine başlamasının bir zamanı geldiğini düşünen bizim o yaramaz sincabımız Pancho Mancho yiyecek yönünden biraz rahatladıktan sonra ve o güzelim yuvasını fındıklarla, fıstıklarla ve cevizlerle bir güzel doldurduktan sonra; artık yeni görevine başlayabilirdi ve yeni görevine kilitlenebilirdi. Bu düşünce içerisinde sıcak bir yaz günü çok erken bir saatte uyanan bizim o tatlı mı tatlı sincabımız Pancho Mancho hemen Kinder House adlı o binanın dördünce katında yaşamakta olan o Veysel Baba’nın evine doğru hareket etti. Binanın önüne gelen Pancho Mancho ilk önce Kinder House adlı o binayı bir güzel inceledi ve dördüncü katta yaşayan Veysel Baba’nın o evine tırmanabilmenin en kolay yolunu, en pratik yolunu bulmaya çalıştı. Ve biraz sonra binanın ön cephesindeki o duvarlardan, o balkonlardan bir bir yukarı tırmanan bizim o süper sincabımız Pancho Mancho; birkaç saniye içinde kendisini Veysel Baba’nın evinin balkonunda bulmuştu. Hava sıcak olduğu için olsa gerek evin balkonu geceden açık bırakılmıştı. Büyük bir heyecan içerisinde balkon kapısından içeri giren Pancho Mancho için bu ev artık bir ikinci adres gibi olacaktı. Ve o, sırf bu görevi yerine getirmek için Meksika’dan alınıp bu yağmur yüklü şehre, bu yağmura aşık şehre getirilmişti. Ve sırf bu görevi en iyi bir şekilde yerine getirebilmek için de, ona tıpkı bir insan gibi konuşması öğretilmişti. Demek ki bu evde yaşayan Veysel Baba isimli o kişi çok önemli birisi olmalıydı diye düşünen bizim akıllı sincabımız Pancho Mancho sessiz bir şekilde evin içini dolaşmaya başladı. İlk görüşte o ev adeta bir sanat galerisini veya bir sanat atölyesini andırmaktaydı. Evin dört bir yanı bir takım antikalarla ve resimlerle doluydu. Evin bütün duvarları ve hatta tavanları tamamen resimlerle kaplanmıştı. Evin her bir yanı ışıl ışıldı ve rengarenkti.

Bir süre evi inceleyen Pancho Mancho daha sonra orada bulunan küçük bir masanın üzerinde öylece duran bir defter, bir kalem ve bir gözlüğü farkedince; kendi kendine: “Bizim Veysel Baba herhalde yazar olmalı!” diye bir soru sordu. Sonra biraz ötedeki o resim panosunun üzerinde yarım kalmış bir yağlı boya çalışmayı görünce de bu sefer: “Bizim Veysel Baba herhalde ressam olmalı!” şeklinde bir başka soruyu kendi kendisine sordu. Daha sonra evin diğer odalarına yönelen Pancho Mancho, o odaların birinde büyükçe bir masanın üzerinde sıralanmış olan o antika saatleri, o eski paraları görünce bu sefer de kendi kendisine: “Bizim Veysel Baba herhalde antika işiyle uğraşan bir kişi olmalı!” diye sordu. Ve en sonunda da o evde yaşayan kişiyi, yani bizim o yaşam yorgunu Veysel Baba’yı yakından görüp tanımak için onun o masalımsı yatak odasına yöneldi. Gayet sessiz bir şekilde yatak odasına giren bizim o yaramaz ziyaretçimiz, o süpriz ziyaretçimiz Pancho Mancho orada bulunan, o yatağın içinde öylece uyumakta olan saçı, sakalı epeyce bir ağarmış olan o yaşlı adamı, o yorgun adamı ve o yalnız adamı görünce içinde bir sıcaklık hissetti ve kendi içinden: “Seni çok sevdim Veysel Baba. Artık bundan sonra yanında hep ben var olacağım ve senin o sonu gelmez yalnızlıklarına ben son vereceğim” diye söylendikten sonra, yine geldiği gibi sessiz bir şekilde o evden ayrılarak kendi yuvasına geri döndü.