Son Birkaç Mesaj Daha

Yaramaz mı yaramaz bir sincabın kendisini ziyaret ettiğinden habersiz bir şekilde yeni bir güne uyanan Veysel Baba için; artık hayatın hiçbir önemi, hiçbir anlamı kalmamış gibiydi. O çok sevgili dostu Sessiz Ayak’la bir daha görüşemeyeceği için de ayrı bir hüzün yaşıyordu. Son birkaç aynı o çok sevgili kızı Goze’ye ayırmak isteyen ve yeni görevinden dolayı da onu en iyi bir şekilde eğitip, o yeni göreve hazırlamak isteyen Sessiz Ayak; artık geri kalan ömrünü o meşhur St.John’s Hoxton Kilisesi’nin duvar dibindeki o iki yüz yıllık yuvasında geçirmek istiyordu.

Bütün bunlara biraz da kendisinin sebep olduğunu düşünen Veysel Baba da adeta bir suçlu gibi, bir günahkar gibi veya o çok sevgili dostuna ihanet eden bir zavallı gibi kendisini eve kapatmıştı. Çünkü sırları paylaşmada biraz öteye geçmişti ve çok daha önceden belirlenmiş olan o kesin sınırları da epeyce bir zorlamıştı. Şayet o Kutsal Sandığa dair o sırlar konusunda bu kadar ısrarcı olmsaydı eğer ve o sevgili dostu Sessiz Ayağı bu tür konularda daha fazla zorlamasaydı eğer; bütün bunlar belkide hiç yaşanmayacaktı ve o sevgili dostuna bu şekilde veda etmeyecekti. Ama olan olmuştu işte ve o yine derin yalnızlık günleriyle başbaşa kalmıştı işte. Yeniden o karanlık dolu ghünler, o endişe dolu günler, o hüzün kaplı günler ve o gözyaşı yüklü günler yeniden geri dönmüştü işte. Ve onun o hiç çalınmayan o ev kapısını, o gönül hanesini yeniden çalmaya başlamıştı işte.

Fakat onun o hiç çalınmayan ev kapısını veya o gönül sarayının kapısını çalacak olan o süpriz ziyaretçi; bu sefer o ev kapısında değilde, evin o balkon kapısından içeri girmişti ve ona hayatının en büyük süprizlerinden birini daha yapmıştı. Veysel Baba daha süpriz bir ziyaretçinin sık sık kendisini ziyaret ettiğinden bihaberdi. Ara sıra bir şeylerden şüphelense de daha henüz aklı bir sincabın sürekli bir şekilde eve girdiğini ve masanın üzerinde öylece duran o cevizleri bir bir aşırdığını kavrayacak bir aşamaya gelmemişti. Fakat masanın üzerinde büyükçe bir servis tabağının içinde öylece duran ve eve gelecek olan misafirlere ikram edilecek olan o güzelim cevizler bir bir eksiliyordu. Eve yeni bir misafir gelmediğine göre; o zaman orada, o servis tabağının içinde öylece duran o cevizler neden eksiliyordu veya o cevizleri kim yiyordu, kimler yiyordu?

O zamana kadar cinlere veya bir takım görünmez varlıklara hiç inanmayan bizim Veysel Baba artık yavaş yavaş bir takım gizemli güçlere, bir takım doğa üstü güçlere veya varlıklara inanmaya başlamıştı. Birgün yatakta uyurken hayal meyal o yatağın üzerinde bir cismin, bir canlının öylece dolaştığını biraz olsun sezsede; o olayı, o andaki yarı uykulu haliyle gördüğü bir rüyaya yorumlamıştı. Sonra birgün şöyle bol baharatlı ve içinde ceviz olan, kuş üzümü olan bir pirinç pilavı pişirdi. O gün pişirdiği o lezzetli pilavdan biraz yedikten sonra, diğer geri kalanını biraz soğusun diye kapağını açık bıraktıktan sonra gidip uyudu. Aldığı bir takım ilaçlardan dolayı böyle unutkan olabiliyordu. Sabah olup uyandığında ilk iş olarak kendisine bir bardak çay demlemeden yeni güne başlamıyordu. İşte o gün de öyle yapmak için evin mutfağına yöneldiğinde her bir yanda öylece dağılmış olan ve yerlere saçılmış olan o pirinç tanelerini görünce buna hiçbir anlam veremedi. O, evin arka odasında uyurken o gece kim veya kimler oraya gelip, mutfaktaki o pirinç pilavını böylesine yere saçmışlardı? Uyur gezer birisi olmadığına göre bu durum nasıl ve ne şekilde izah edilebilirdi?

O yorgun adam günlerce mutfakta yaşanan o ilginç olayı düşündü ve kendi açısından mantıklı bir yanıt bulamayınca da bu durumu o yaşlılık belirtilerine verdi. Fakat birgün o eve bir gaz kontrolörü geldi ve evin mutfağındaki o gaz sistemini, o gaz saatini kontrol ettiğinde dolapların arkasındaki o boşluk yerlerde bir sürü ceviz bulunca olay dahada içinden çıkılmaz bir hale geldi. Ve o son olaydan sonra evin sahibi olan kişi bütün o ilginç olaylara, açıklanması zor olaylara mantıklı bir yanıt bulabilmenin derdine düştü. Bir ara o çocukluk günlerine geri döndü ve çocukluğunu geçirdiği o küçük dağ köyündeki o yaramaz sincapları akla getirdi. Çünkü oradaki sincaplar daha yaz aylarından itibaren o cevizleri, o palamutları bir bir topladıktan sonra götürüp güvenlı buldukları o yerlerde, o ağaç kovuklarında bir güzel saklıyorlardı. Sonra bazı belgesellerde de benzeri durumları görmüştü. Ve işte o zaman kendi kendisine bütün bunları yapsa yapsa ancak bir sincap yapar diye söylendi. Ve hemen gece yatmadan önce evin balkonuna birkaç ceviz bıraktıktan sonra gidip bir güzel uyudu. Sabah olup uyandığında da ilk iş olarak balkondaki o cevizleri kontrol etmek oldu. Adam gayet heyecanlı bir şekilde balkona çıkıp cevizleri kontrol etmek istediğinde de; gerçekten o cevizlerin orada olmadığını farkedince bütün o yaşananların asıl kaynağının bir sincap olduğunu artık iyice anlamıştı.

Son birkaç haftadır kendi evine dadanan ve masanın üzerindeki o cevizleri, o şekerleri ve o çikolataları bir bir aşıran o davetsiz misafirin yaramaz bir sincap olduğunu anlaan Veysel Baba için; sanki yeni bir gizemin kapısı daha aralanmış gibiydi ve sanki o birtakım gizemli güçler yeniden devreye girerek ona yeni bir arkadaş göndererek, onu yeniden hayata bağlamak istemişlerdi. Bu düşünce içerisinde bizim Veysel Baba o yeni misafirini en iyi bir şekilde ağırlamak için ve onunla arkadaş olmak için elinden geleni yapmaya karar verdi. Ve hemen en yakındaki markete giderek kilolarca fındık, fıstık, ceviz, şeker ve çikolata aldı çünkü o yeni misafirini, davetsiz misafirini en iyi bir şekilde ağırlayabilirse eğer ve o evin balkon kapısını gece gündüz hep açık bırakırsa eğer; o yaramaz sincap da çok kısa bir süre içinde hem o eve alışırdı, hemde kendisine alışırdı, alıştıda.

Ve bizim Veysel Baba ile o yeni misafiri Pancho Mancho adlı o yaramaz sincap arasında çok kısa bir süre içinde yeni bir arkadaşlığın ilk tohumları böylece atılmış oldu. Fakat daha bizim Veysel Baba, o yeni arkadaşının aslında konuşan bir sincap olduğunu ve o Lord Parapanu tarafından kendisine yardımcı olmak için ve kendisini yeniden hayata bağlamak için gönderildiğini hiç ama hiç bilmiyordu. O gün gelip de, o yaramaz sincap adeta bir insan gibi konuşmaya başladığında ve herşeyi bir bir anlattığında; bizim o yalnızlıklar adamı Veysel Baba’nın mutluluktan olsa gerek gözleri dolu dolu oldu. Neden olmasındı ki; bir suçluluk psikolojisiyle haftalardır kapandığı bu evde onun kapısını çalan ve onun hatrını soran hiç kimse olmamıştı. Ama o Lord Parapanu ve onun o iyi kalpli eşi Batavine yine onu unutmamışlar ve ona çok uzak diyarlardan, Meksika’nın o Yucatan bölgesinden en yetenekli sincabı bulup getirmişler ve böylelikle de onu yeniden hayata bağlamışlardı.

Son birkaç haftadır eve kapanan ve o sır dolu Shoreditch Park’ın yolunu unutan bizim Veysel Baba, o yeni arkadaşı Pancho Mancho sayesinde artık daha bir mutluydu ve daha bir sevgi doludydu. Her sabah erkenden kalkıp o yeni arkadaşını en iyi bir şekilde ağırlamak için ve ona en güzel kahvaltıyı hazırlayabilmek için işe koyuluyordu. Her sabah erkenden onun suyunu değiştiriyor, en taze fındıkları, fıstıkları, cevizleri o servis tabaklarına koyuyor ve daha sonrada büyük bir heyecan içerisinde o yeni arkadaşını beklemeye koyuluyordu.

Veysel Baba o bekleme anlarında bazen derin düşüncelere dalıyordu ve insanların nasıl doğaya zarar verdiklerini ve doğada bir şekilde de olsa yaşamaya çalışan diğer bütün canlıların o hayatlarını nasıl da kısıtladıklarını anlmaya çalışıyordu. Ve bu düşüncelerini de ara sıra o yeni arkadaşı Pancho Mancho’yla paylaşınca da; olayı daha farklı bir şekilde analiz edebiliyor ve kendince bir takım çözüm yolları bulabilmenin derdine düşüyordu. Biz insanlara bulaşan o çıkarcı tavırlar yüzünden, o menfaatçi yaklaşımlar yüzünden ve o bencillik kokan ben merkezci düşünce yüzünden olsa gerek; şu an hala içinde yaşadığımız o güzelim doğa ve onun içindeki bütün diğer canlılar çok kısa bir zaman dilimi içierisinde adeta can çekişir bir hale gelmişti. Daha fazla kar elde edebilmek için, daha fazla kazanç elde edebilmek için ve çok kısa bir süre içinde daha fazla servete konabilmek için insanların doğaya vermiş oldukları o zararlar, o yıkımlar artık katliam boyutuna gelmişti. Üzerinde bir şekilde de olsa yaşamaya çalıştığımız o güzelim dünyamız ve biz bütün canlılara güzel bir hayat sunan o güzelim doğa artık can vermek üzereydi. Ve yine biz bütün canlıların o güzel geleceği, o umut dolu geleceği daha şimdiden o aç gözlü insanlar tarafından adeta esir alınmak üzereydi.

Sevgili dostlar; gelinen bu en son aşama itibariyle içinde yaşamaya çalıştığımız şu güzelim dünyamız sanki bizden sihirli bir dokunuş bekler durumda ve sanki bizlere: “Daha henüz vakit var, daha henüz can vermedim, daha henüz teslim olmadım ve daha henüz son nefesimi vermedim. Ama her an verebilirim ve her an o geri dönülmez yola girebilirim. Şu anki o kalp atışlarımı duymazsanız eğer, o alarm işaretlerimi görmezseniz eğer, o bir türlü dinmek bilmeyen gözyaşlarımı silmezseniz eğer, o doğa katliamlarına karşı çıkmazsanız eğer, o zalimlere , o açgözlülere bir dur demezseniz eğer ve bu uğurda zorlu bir mücadeleye girişmezseniz eğer; işte o zaman benim ölümüm çok yakındır ve dolayısıyla sizin de geleceğiniz çok büyük bir tehlike altındadır.” der gibi bir takım işaretler, bir takım mesajlar vermek ister ve bizleri bir şekilde de olsa uyarmak ister.

Üzerinde yaşamaya çalıştığımız şu güzelim dünyamız bu tür mesajları neden vermesin ki: Şu küresel ısınmaya, şu iklim değişikliğine, şu çevre kirliliğine, şu doğal afetlere, şu çevre felaketlerine, şu doğa katliamlarına, şu hayvan katliamlarına, şu açlıklara, şu yoksulluklara, şu insan ölümlerine, şu çocuk ölümlerine, şu adaletsizliklere, şu eşitsizliklere, şu sonu gelmez savaşlara, şu inanç ayrımlarına, şu ırk ayrımlarına, şu fikir ayrımlarına ve bütün o kıyamet senaryolarına biz bütün insanlar sebep olmadık mı ve yakın çevremizde yaşanan bütün o olumsuzlukları görmemezlikten gelmedik mi?

Bütün o olumsuzluklara rağmen, o kıyamet senaryolarına rağmen; yine de biz iyi kalpli insanlar olarak, doğa sever insanlar olarak, hayvan sever insanlar olarak ve o güzelim yarınları düşünen insanlar olarak bi araya gelebiliriz, çok güzel düşler kurabiliriz ve bütün bir dünyayı öylece sarıp sarmalayan bir sevgi çemberi oluşturabiliriz, bir gökkuşağı oluşturabiliriz. Ve belkide bizim o yoğun çabamız sayesinde de, o sihirli dokunuşumuz sayesinde de; yeryüzündeki şu doğa katliamları, şu açlıklar, şu yoksulluklar, şu sefaletler, şu ezilmişlikler, şu dışlanmışlıklar, şu hor görülmüşlükler, şu eşitsizlikler, şu adaletsizlikler, şu hak ve hukuk tanımamazlıklar, şu açgözlülükler, şu küreselleşme senaryoları, şu kıyamet senaryoları ve bütün o aykırı düşünceler artık bir son bulur.

Ve yine bizim o sihirli dokunuşumuz sayesinde de; çoktandır unutmuş olduğumuz o güzelim değerlere, o insanı değerlere ve adeta ruhumuzu okşayan o manevi değerlere yeniden geri dönebiliriz, dönmeliyizde. Çünkü başka bir yol yok, başka bir seçenek de yok ve başka bir dünya da yok. Ve işte tam da bu noktada bütün bunlara dikkat çekebilmek için ve şu güzelim dünyamızın içine çekilmek istendiği bütün o karanlık senaryolara dikkat çekebilmek için; böylesine anlamlı ve böylesine mesaj yüklü bir çalışmayı kaleme aldım. Kalemim her ne kadar güçlü olmasa da ve düşüncelerimin çoğunu hernekadar yazıya dökemesemde; yinede birşleyler yazmak, düşüncelerimizi siz güzel insanlarla paylaşmak ve vermek istediğim o can alıcı mesajları da bu sayede bir takım yerlere ulaştırabilmek artık benim için bir çeşit zorunluluk haline gelmişti. Her insanın kendine göre bir düşüncesi vardır, bir algılama şekli vardır, dünyayı bir kavrama şekli vardır, çevresinde olan bitene bir yorum getirme şekli vardır, bir vicdan muhasebesi vardır, bir merhamet denizi vardır, bir sevgi okyanusu vardır ve gözyaşı yüklü bir gönül kapısı vardır.

Ve ben de Dersim’li Veysel Baba olarak içimden geleni olduğu gibi yazıya dökerek bu anlam yüklü, bu mesaj yüklü, bu derinlik yüklü çalışmayı kaleme alarak siz bütün iyi kalpli insanların dikkatine sunmak istedim. Çünkü o güzel geleceğimiz, o güzel yarınlarımız büyük nbir tehlike altındaydı ve karanlıklardan beslenmeyi adeta bir adet haline getirmiş olan o küresel oyuncular daha şimdiden o güzelim yarınlarımızı esir almışlardı. Ve onlar böylesine acı, böylesine kan ve gözyaşı üzerine kurulmuş olan karanlık bir senaryoyu zorla bize dayatırken; kimimiz sustu, kimimiz görmemezlikten geldi, kimimiz duymamazlıktan geldi, kimimiz hiç umursamadı, kimimiz banane dedi, kimimiz sırtını döndü, kimimiz o güzel yarınları unuttu, kimimiz sadece o günü yaşamak istedi, kimimiz daha da zengin olmanın hayallerine daldı, kimimiz kendisine sahte bir cennet yarattı, kimimiz bol bol günah işledi, kimimiz o ölüm gününü unuttu, kimimiz o kıyamet gününü unuttu, kimimiz o cehennem hayatını unuttu, kimimiz orada yeniden sorguya çekileceğimizi unuttu, kimimiz acı çekmeyi unuttu, kimimiz çile çekmeyi unuttu, kimimiz gözyaşı dökmeyi unuttu, kimimiz acılardan ders çıkarmayı unuttu, kimimiz kader birlikteliğini unuttu, kimimiz yaşam birlikteliğini unuttu, kimimiz gönül birlikteliğini unuttu, kimimiz sevgi birlikteliğini unuttu, kimimiz ortak değerlerde buluşmayı unuttu, kimimiz duygu birlikteliğini unuttu, kimimiz düşünce birlikteliğini unuttu, kimimiz eylem birlikteliğini unuttu, kimimiz yardımlaşmayı unuttu, kimimiz paylaşmayı unuttu, kimimiz komşu kapısını çalmayı unuttu, kimimiz o yaşlı insanlara yardım etmeyi unuttu, kimimiz o hasta insanlara bir çiçek götürmeyi unuttu, kimimiz o özürlü insanlara yardımcı olmayı unuttu, kimimiz o öksüz çocuklara bir kutu çikolata almayı unuttu, kimimiz o güzelim çocuklara masal anlatmayı unuttu, kimimiz onlarla oyun oynamayı unuttu, kimimiz onlarla birlikte uçurtma uçurmayı unuttu, kimimiz onlarla birlikte denize girmeyi unuttu, kimimiz onlarla birlikte hayal kurmayı unuttu, kimimiz o çocukluk anılarımızı unuttu, kimimiz o okul sıralarını unuttu, kimimiz o ilk aşkları unuttu, kimimiz o okul anılarını unuttu, kimimiz o güzelim öğretmenlerimizi unuttu, kimimiz o okul yolunu unuttu, kimimiz o gençlik dönemlerini unuttu, kimimiz o okul yolunda ıslandığımız o güzel günleri unuttu, kimimiz avare bir aşık gibi öylece sokaklarda gezip dolaştığımız o duygu yüklü günleri unuttu, kimimiz bir sevgilinin ardından döktüğümüz o gözyaşlarını unuttu, kimimiz aşk kokan o hayalleri unuttu, kimimiz yeniden sevmeyi unuttu, kimimiz yeniden aşık olmayı unuttu, kimimiz yeniden hayal kurmayı unuttu, kimimiz yeniden şiir yazmayı unuttu, kimimiz yeniden maneviyata dönmeyi unuttu, kimimiz o manevi değerlere sahip çıkmayı unuttu, kimimiz bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın dedi, kimimiz bu dünyayı ben mi kurtaracağım dedi, kimimiz bir kenara çekilip kendisini işe yaramaz biri gibi hissetti, kimimiz sıradanlaşmayı kendisine uygun gördü, kimimiz kendisini duygudan yoksun bir makine gibi görmeye başladı, kimimiz birilerinin çıkarları doğrultusunda hareket etti, kimimiz birilerinin çıkarları doğrultusunda birçok suç işledi, kimimiz birilerinın çıkarları doğrultusunda birçok günah işledi, kimimiz birilerinın çıkarları doğrultusunda birçok cinayet işledi, kimimiz birilerinın çıkarları için bütün bir ömrünü adeta boş yere harcadı, kimimiz birilerinin değirmenine adeta un taşıdı, kimimiz birilerine adeta merdiven basamağı olduk ve onları ndaha yüksek zirvelere çıkarmak için elimizden geleni yaptık, kimimiz bize verileni yeterli bulduk ve daha fazlasını istemeyi bir türlü beceremedik, kimimiz hakkımızı almayı bilmedik, kimimiz o alın terinin karşılığını istemeyi adeta bir suç işler gibi gördük, kimimiz kendisindeki o yeteneği bir türlü keşfedemedi, kimimiz kendisindeki o cevheri bir türlü farkedemedi, kimimiz kendisindeki o isyankar ruhu bulupta ortaya çıkaramadı, kimimiz kendisindeki o insanı yönü bir türlü görmek istemedi, kimimiz insanlıktan çıkıp o şeytani arzularımıza ve heveslerimize yenik düştük, kimimiz bu zorlu yaşam yolculuğundan adeta şeytanla yarışır bir hale geldik, kimimiz o günahkar yaşamlara boyun eğdik, kimimiz kendisine o günahlardan örülü bir saray, bir şato, bir kale inşaa ettik, kimimiz günahla yatıp günahla kalktık, kimimiz günah işlemeyi bir maharet bildik, kimimiz o cehennem ateşini bol bol körükledik, kimimiz sevgiyi gündemden çıkarıp onun yerine düşmanlığı koyduk, kimimiz bir takım sahte mutlulukların peşine düştük, kimimiz o sonu gelmez arzularına bir cevap olsun diye o köşkler, o sarayları ve o gökdelenleri inşaa ettik, kimimiz ise o devasa gökdelenlerin en üst katındaki o yüksek korunaklı dairesinde o ölüm meleğinin asla kendisine ulaşamayacağı gibi çok yanlış bir düşünceye kapıldı, kimimiz bu dünyanın aslında bir sınav yeri olduğunu hep unuttu, kimimiz aslında bu dünyada bir sınavdan geçtiğimizi ve bir takım gizemli varlıklar tarafından sürekli bir şekilde gözetlendiğimizi hep unuttuk ve asıl olanın bu dünya değil de öteki alem olduğunu, öteki dünya olduğunu çoğu zaman görmemezlikten geldik. Sevgiler-Saygılar.Dersim’li Veysel Baba...