Sırlar Açığa Çıkıyor-1

Bir çiftlik evi rüyasını gerçekleştiren Veysel Bava ile o sevili tilki dostları Londra’ya geri döndükten sonra artık daha bir mutluydular ve daha bir huzur doluydular. Birkaç hafta sonra Londra dışındaki o çiftlik evine taşınacakları için hepside çok heycanlıydı ve bir o kadarda sabırsızdı. Bir yanda doğup büyüdükleri ve içinde koşup oynadıkları o güzelim Shoreditch Park, bir diğer yanda ise yeni satın aldıkları o rüya gibi, o masal gibi çiftlik evi. Ortaya çıkan bu yeni durumu kabullenmek gerçektende çok zordu. Fakat bir şekildede olsa bu yeni karara uymaları gerekiyordu. Çünkü ortada onların ve o yeni doğacak olan yavrularının o mutlu dolu geleceği vardı, o sevgi dolu geleceği vardı.

Veysel Baba  ile o sevgili tilki dostları bu düşünce içerisinde yine aynı ders programlarına devam ettiler. Ve her hafta sonu o Shoreditch parkta buluşup o güzelim arkadaşlıklarını, o sevgi dolu dostluklarını daha da bir sağlam kıldılar. Herşey çok güzel bir şekilde sürüp giderken; birden bire bizim o Veysel Baba’nın evinin etrafında daha önceden hiç görmediği bir takım mafya tipli adamlar belirmeye başladı. Eski siyasi dönemlerinde bu tip sahnelere alışkın olan ve böylesi konularda çok deneyimli olan Veysel Baba; birden bire ortaya çıkan o mafya tipli adamların kendisini takip ettiklerini hemen anlamıştı. Bütün gün o taksilerin içinde öylece oturan ve kendisini takip ettiğini düşündüğü o tuhaf görünümlü adamlar acaba neyin peşindeydiler? Yoksa yıllar önce bu parkta o İrlandalı tarafından kendisine emanet edilmiş olan o kirli paranon peşine mi düşmüşlerdi? O emanet paranın asıl sahibi olan bu mafya bozuntuları heralde cezaevinden yeni çıkmış olmalıydılar. Öyle olsa bile bu insanlar söz konusu o emanet paranın o İrlandalı adam tarafından kendisine teslim edildiğini nereden biliyorlardı? Emanet paranın kendisinde olduğunu onlara kim söylemişti veya onlar bu bilgiye nasıl ulaşmışlardı? Herşey şimdilik tam bir muamma gibiydi ve insanın uykusunu kaçıracak kadar da rahatsız ediciydi.

Veysel Baba endişeli bir şekilde o haftaki görüşmesine gittiğinde o sevgi dolu Sessiz Ayak bunun nedenini sordu. Veyse Baba da çok uzun yıllar önce yine bu parkın içinde yaşadığı oolayı en başından, en sonuna kadar bir bir anlattı ve o emanet paranın asıl sahipleri olduğunu düşündüğü o kişilerin son birkaç gündür evinin etrafında aeta kamp kurduklarını açıkladı. Hayatının tehlikede olduğunu düşünüyordu ve bundan dolayı da o emanet paranın asıl sahipleri olan o kişilere mutlaka verilmesi gerekiyordu. Fkat ortada çok büyük bir sorun vardı ve çok uzun yıllar öncesinde bir gece vakti getiripte bu parkın bir yerine gömdüğü o paranın yerini tam olarak tahmin edemiyordu. Çünkü o dönemlerde bir arkadaşının daveti üzerine Londra dışındaki bir sahil beldesinde bir programa katılmış ve birkaç hafta sonra Londra’ya geriş döndüğünde o eski Shoreditch Park adeta bir baştan, bir diğer başa kadar yenilenmişti. Parkın içindeki birçok ağaç sökülmüş, birçok yeni ağaç dikilmiş, eski yollar iptal edilmiş, yeni bir takım bisiklet yolları yapılmış ve parka yepyeni bir şekil, bir dizayn verilmişti. Ve hala onlarca araç parkın içinde çalışıp durmaktaydı. Park artık o eski halini tamamen kaybetmişti ve o eski halinden eser kalmamıştı. Parkın o yeni halini gören Veysel Baba’yı da hemen bir korku, bir endişe sarmıştı. Ya o yeni inşaat süreci içinde o parkta çalışan işçilerden biri tesadüfen de olsa onun oraya gömdüğü o emanet paraya rastlamış olabilirmiydi? Böylesine tehlikeli ve böylesine baş ağrıtabilecek bir ihtimali düşünmek istemeyen Veysel Baba; bir gece vakti kazmayı küreyi yanına alarak o Shoreditch Park’ıon yolunu tutmuş ve büyük bir telaş içerisinde birkaç yeri kazsa da söz konusu o emanet paraya bir türlü ulaşamamıştı. Daha sonraki günlerde de aramaya devam eden Veysel Baba, o aramalarından herhangi bir sonuç elde edemeyince en nihayetinde o arama işinden vazgeçmişti.

Veysel Baba’nın adeta gözyaşları içinde anlattığı o olayı en ince ayrıntısına kadar dinleyen bütün tilki dostlar ve Sessiz Ayak çok hüzünlenmişlerdi. Fakat bir diğer yandan ise bizim o iyi kalpli dostumuz Sessiz Ayak, bütün o olan biten hakkında ve Veysel Baba’nın o emanet paraya dair anlattıkları hakkında birçok bilgiye sahipti. Çünkü bu gizem dolu parkın asıl sahibi oydu ve bu parkta olan biten hakkında en derin bilgilere sahip olan da yine oydu. Ve ayrıca o emanet paranın bizim Veysel Baba’ya teslim edildiği o gece Sessiz Ayak yine oradaydı. Ve daha sonrakı bir zamanda da o emanet paranın bizim Veysel Baba tarafından o parkın bir yerine gömüldüğü o gecede, orada olan biteni çok dikkatli bir şekilde izleyen de yine o iyi kalpli Sessiz Ayak’tı. Herşeyi bizzat kendi gözleriyle gören Sessiz Ayak, o sevgili dostu Veysel Baba daha fazla üzülmesin diye devreye girdi ve:

“Sevgili dostum! Bu kadar üzülmene hiç gerek yok. Çünkü ben, söz konusu o emanet paranın nerede gömülü olduğunu çok iyi biliyorum.” Diyerek en güzel haberi o sevgili dostuna verdi. Böylesine güzel ve böylesine mutluluk verici bir haber karşısında adeta sevinçten deliye dönen Veysel Baba, çok büyük bir mutluluk içerisinde o sevgili dostu Sessiz Ayağa sarıldı ve onu hem gözlerinden, hem yanaklarından ve hem de o küçük patilerinden bir güzel öptükten sonra ona:

“İyi ama, sen o emanet paranın nerede gömülü olduğunu nasıl biliyorsun?” diye sordu. Bu soru üzerine Sessiz Ayak:

“Çünkü senin o emanet parayı göndüğün o gece ben oradaydım ve oradaki çalılıkların arasından gizlice seni izliyordum. Ve o zamanlar seni hiç tanımadığım için de, o gece  sadece seni seyretmekle kalmıştım.” Şeklinde bir cevap verince, bu sefer de bizim Veysel Baba:

“Peki benim oraya gömdüğüm o emanet paraya daha sonra ne oldu? Çünkü ben o olaydan hemen sonra birkaç haftalığına da olsa Londra dışında bir yerde tatil yapmıştım. Londra’ya geri döndüğümde ise adeta bizim yaşam kaynağımız olan bu güzelim parkın yeniden yapılandırıldığını veya yeniden dizayn edildiğini görünce hemen o emanet para aklıma geldi. Ve o telaş içerisinde birkaç gece o emanet parayı aradımsa da yine o lanet olası paraya bir türlü ulaşamadım.” Şeklinde bir açıklamada bulununca Sessiz Ayak hemen devreye girerek şöyle bir cevap verdi:

“Elbette ulaşamazdın. Çünkü sözünü ettiğin o emanet parayı bu parkta inşaatın başladığı o ilk gece, o büyük Lordumuz Parapanu’nun yardımıyla gömülü olduğu o yerden çıkarıp başka bir yere taşıdık. Artık o emanet para sonsuza değin, o yeni gömüldüğü yerde çok büyük bir güven içindedir.”

“Güven içindedir diyorsun da, ben güven içinde değilim. Evimin önünde bekleyen o adamlar büyük bir ihtimalle o emanet paranın peşindeler ve o parayı almadan da gitmeyecekler.”

“Sevgili dostum! O para, kirli bir para. Ve eğer o para, o mafyavari adamların eline geçerse yeniden uyuşturucu olarak geri dönecek ve birçok masum insanın hayatı da bu şekilde kararacak. Bırak o kirli para sonsuza değin gömülü olduğu o yerde öylece kalsın.”

“Ey iyi kalpli Sessiz Ayak! Bu güzel düşüncelerine ben de katılıyorum. Fakat sana katılmadığım bir nokta var; o da şudur; o para emanet bir paradır ve asıl sahiplerine geri verilmelidir. Aksi taktirde benim hayatım tehlike altındadır. Bilmem anlatabildim mi?”

“Elbette anlamaktayım ve şunu bil ki; o büyük kral Parapanu bu noktada mutlaka devreye girip senin o sorununa bir çözüm bulacaktır. Tilki dostların olarak bizler, seni o mafya bozuntusu adamların o karanlık senaryolarına asla kurban ettirmeyiz. Bu konuda hem bize, hem de o büyük lordumuz Parapanu’ya güvenebilirsin. Yeterki hep bizimle kal, hep böyle iyi ol, hep böyle yardımsever ol, hep böyle sevgi dolu ol ve her zaman bize yeni birşeyler öğret.”

“Gerek Lord Parapanu’ya, gerek o sevgili eşi Prenses Batavine’ye ve gerekse de siz bütün tilki dostlara olan güvenim ve sevgim sonsuzdur. Çünkü beni yeniden yaşama bağlayan ve bana yepyeni bir dünyanın kapısını ardına kadar aralayan sizlersiniz. Ve böylesi bir durumda siz sevgili tilki dostlarımı nasıl yarı yolda bırakırımki? Daha yapacak birçok işimiz var ve birçok eğitim programı öylece bizi beklemekte.”

O gece Shoreditch Park’ta yapılan bu konuşmayı o Frekans Taşı sayesinde dinleyen o büyük kral Parapanu hemen harekete geçti ve birkaç gündür Veysel Baba’nın oturduğu o binanın önünde adeta kamp kurmuş olan o mafya tipli adamların hepsini kargaya çevirerek; o sırlarla ve gizemlerle örülü Shoredith Park’a bekçi kıldı. Ve daha sonra da bu durumu aşağıdaki o konuşan tilki Sessiz Ayak’a bildirerek artık tehlikenin kalmadığını söyledi. Lordu Parapanu’dan bu müjdeli haberi alan Sessiz Ayak, bütün olan biteni en ince ayrıntısına kadar bizim Veysel Baba’ya anlatınca oradaki herkezi bir mutluluk rüzgarı sardı.

Son birkaç gündür bizim o iyi kalpli Veysel Baba’nın başını ağrıtan ve onu yeni bir takım endişelere sevk eden bir sorun daha; o büyük kral Parapanu tarafından en iyi bir şekilde halledilmişti. Ve bu sayede de o emanet para sonsuza değin o sır dolu, gizem dolu parkın bir yerinde öylece gömülü kalacaktı. Ve ayrıca o kirli paranın sahibi olduklarını söyleyen o kişilerde, o büyük kral Parapanu tarafından en ağır bir cezaya çarptırılarak kargaya dönüştürülmüşlerdi. Ve derlerki; Lord Prapanu tarafından kargaya dönüştürülen o zavallı adamlar, hala bir karga şeklinde o sır dolu Shoreditch Park’ta öylece nöbet tutmaktaymışlar. Ve yine derlerki; Lord Prapanu tarafından kargaya çevrilen o mafya tipli adamlar her gak, gak, gak dediklerinde; para nerede?, para nerede?, para nerede? Diye bağırıp durmaktaymışlar. Ve birgün yolunuz o sırlarla dolu Shoreditch Park’a düşerse eğer; orada öylece uçup duran ve bir anlamda o parkı mesken edinen bazı kargalar gördüğünüzde, o kargalardan bazılarının bizim o iyi kalpli Lord Parapanu tarafından kargaya dönüştürülen ve sonsuza değin o parka bekçi kılınan o mafya tipli adamlar olabileceğinide sakın olaki unutmayın.

Veysel Baba açısından bir sorun daha böylelikle halledilmiş oldu ve artık bundan sonra da o anlamsız korkulara, o gereksiz endişelere hiç yer olmayacaktı, olmamalıydıda. Çünkü insan kaynaklı o korkuları, o endişeleri bir daha yaşamak istemiyordu. Ve o, şimdi o tilki dostlarıyla çok ama çok mutluydu ve bir o kadar da huzur doluydu. Artık o insan kaynaklı korkuları ve endişeleri geride bırakmış bir şekilde, kendisini o yeni görevine daha bir şevkle hazırlayabilir ve daha bir coşkuyla o yeni görevine sarılabilirdi. Veysel Baba’nın o mutlu halini farkeden Sessiz Ayak, fırsat bu fırsat diye düşünmüş olacak ki ondan çok değişik bir istekte bulundu:

“Sevgili Veysel Baba, bir sorununu daha böylece halletmiş olduk. Bazen biz, sana borçlu oluyoruz, bazen de sen bize karşı borçlu bir duruma düşüyorsun. Bu borçlarımızı bişr şekilde ödememiz gerek öyle değil mi? Mesela bu geceki borcuna karşılık daha önce hiç kimseyle paylaşmadığın bir sırrını, burada bizimle paylaşabilirsin. Bütün tilki dostların olarak seni daha da bir yakından tanımak isteriz. Ve sen, bu gece burada bir sırrını bizimle paylaşırsan eğer; o zaman bakarsında ben de bir sırrımı buradaki herkeze bir güzel açıklarım. Senin sırlarına karşılık, benim sırlarım. Haydı Veysel Baba, bizimle bir sırrını paylaş.”

Sevgili dostu Sessiz Ayağın beklenmedik isteği karşısında çok şaşıran Veysel Baba, biraz düşünüp geçmişine dair o sırları bir bir hatırlamaya çalıştıktan sonra; içlerinden en masum olanını orada o toplantıda bulunan bütün tilki dostlarına anlatmaya karar verdi. Belki bu sayede de Kutsal Sandığa dair diğer sırları, diğer bilinmeyenleri dostu Sessiz Ayak’tan öğrenebilecekti.

Veysel Baba açısından eskiye dönmek, eskiye dair o yaşananları yeniden hatırlamak adeta bir işkence gibiydi. Ve özellikle de o şehir hayatına dair, o siyaset günlerine dair olan o kısımları hiç hatırlamak istemiyordu. Geçmişteki o yaşama dair anıların veya yaşanmışlıkların en masum olanı; o küçük dağ köyünceki o çocukluk günlerine dair olanıydı. Çünkü o anıların içinde bir sürü masumane yaşanmışlıklar vardı, bir sürü rüya gibi yaşanmışlıklar vardı ve bir sürü masalımsı yaşanmışlıklar vardı. Fakat buna karşılık o şehir haytaına dair olan kısmındaysa bir sürü hatalar vardı, bir sürü yanlışlar vardı, bir sürü günahlar vardı, bir sürü acılar vardı, bir sürü dramlar vardı ve bir sürü gözyaşları vardı.

Ve özellikle de siyasete atıldığı o gençlik dönemlerinde biraz olsun huzur bulabilmek için, biraz olsun kendini bulabilmek için ve biraz olsun kaçıp saklanmak için; birkaç aylığına da olsa o küçük dağ köyüne gidiyordu. Siyasete bulaşmış bir adam için, günaha bulaşmış bir adam için orası, bu küçük dağ köyü adeta bir sığınak olmuştu. Ve o siyaset yorgunu adam o köyde, amcasının yanında kaldığı o zamanlarda bazen tarlada amcasına yardım ederken, bazen de boş zamanlarında define avcılığına soyunuyordu. Ve işte o dönemlerde yaşadığı bir olayı veya bir sırrı, oradaki o tilki dostlarına anlatmaya karar verdi. Mademki konu o sıraların açığa çıkmasıydı ve geçmişe dair o sırların, o gizemlerin, o bilinmezlerin bir bir ortaya dökülmesi; o zaman bütün o sırların böylesine gizemli bir ortamda açığa çıkması en doğru seçenekti. Ve bizim Veysel Baba başından geçen o olaya biraz derinlik katarak ve biraz da masalımsı bir boyut ekleyerek anlatmaya başladı:

“Sevgili tilki dostlarım. Şimdi size gençlik dönemlerimde başımdan geçen bir olayı anlatmak istiyorum. O zamanlar çok deli dolu bir insandım ve adeta kabına sığmayan bir yapım vardı. Daha güzel bir dünya için, daha umut dolu bir dünya için ve daha eşit paylaşımcı bir dünya için yola çıktığımız o günlerde bazen kendimizi o silahlı çatışmaların içinde buluyorduk ve bazen de göz altına alınıp çeşitli işkencelerden geçiriliyorduk. Ve böylesi dönemlerin birinde hayatımdan endişe eden annem, beni köydeki amcamın yanına göndermişti. Aslında gerçek huzuru bu küçük dağ köyünde bulduğumu da burada ifade etmeden geçemeyeceğim. Amcamın evinde kaldığım o günlerde bazen ona tarlada yardım ederdim ve boş zamanlarımda da kazmayı, küreği alıp eski defineleri bulabilme ümidiyle sağı solu kazardım. Sonra çok küçük yaşlardayken dedemin bana anlattığı olayadan yola çıkarak; söz konusu o yeri aramaya karar verdim. Dedemin anlatımına göre bizim köyde çok eski zamanlarda bir ermeni kilisesi varmış. Ve söz konusu o kilise, birkaç köyün cemaatinden oluşan çok büyük bir kiliseymiş. İsmi Wang olan bu kilisenin cemaati; Osmanlı-Rus Savaşı’nda Rusların yanında yer alınca ister istemez bizim alevi toplumuyla arası açılmış. Ve daha sonra ruslar o bölgeden geri çekilince o kilisenin cemaati de zorunlu olarak onlarla birlikte bizim köyü terk etmişler. Fakay köyü terk etmeden önce kilisenin papazı yani rahibi olan kişi, yolda eşkiyaların saldırılarını düşünerek gerek kiliseye ait, gerekse de kendisine bağlı o cemaate ait değerli ne varsa toplayıp bir küpün içine koymuş ve daha sonra da o küpü bir gece yarısı götürüp o kiliseye ait olan ormanın bir yerine gizlice gömmüş. Ve daha sonra geri geldiğinde de o yeri bulabilmek için; altınların ve de o değerli mücevherlerin gömülü olduğu o yere bir işaret koymuş.

Ermeni cemaati o bölgeyi terkedince, onların o kiliseleri de zaman içerisinde yıkılmış. Ve aynı yere dedemler çok büyük bir konak inşaa etmişler. İşte ben, o kilisenin olduğu yerdeki o konakta dünyaya geldim. Ve o Wang Kilisesi’ne ait olan o define işi veya olayı daha sonraki yıllarda bir söylenti halini alınca; bizim ailenin büyükleri o defineye ulaşabilmek için birçok yeri kazmışlar. Ben daha beş, altı yaşlarında iken o çok sevdiğim dedem, bana bu olayı en ince ayrıntısına kadar anlatmıştı. Daha sonraki yıllarda ben de sözkonusu o defin enin peşine düştüm. Benimkisi zengin olmaktan ziyade, o gizemli gömülere olan bir meraktı. Ve böylesine gizemli olaylarda bana çok heyecan veriyordu.

Ve böylesi bir anda, o son gidişimde yaşlı bir kadın çok küçük yaşlarda tanık olduğu bir olayı bana anlattı. Kadının o anlatımına göre de birkaç adam gizlice bir yere, bir şeyler gömüyorlarmış. Kadın bir süre onları takip etmiş ve o adamların bazı işaretler koydukları o yeri belli olmayacak bir şekilde toprakla örttüklerini görmüş. Fakat daha sonra o adamlardan biri, hayvanları otlatan o küçük kızı farketmiş ve onu yakaladıktan sonra da onu ölümle korkutarak o gördüklerini hiçkimseye söylememesini istemiş. Çok korktuğu için de, o gördükleri hakkında hiçkimseye bir şey söylememiş. Bir sohbet esnasında bana anlatmış olduğu o olaydan yola çıkarak iz sürmeye başladım. Gerek dedemin, gerekse de o yaşlı kadının anlatımlarını bir araya getirerek en sonunda hazinenin gömülü olduğu o yeri tespit ettim.

Hazinenin gömülü olduğu o yer, gerçekten de o Wang Kilisesi’ne ait o ormanın içindeydi ve oradaki yaşlı ağaçların içinde öylece gizemli kalmıştı. Çok dikkatli bir gözlem neticesince tespit etmiş olduğum o yeri hemen kazmaya başladım. Dairesel bir biçimde etrafı taşlarla örülü o alanın tam ortasında üzerinde keçi tırnağına benzeyen bir işaret olan ince bir sal taşına rastladım. Ve o sal taşını kaldırıp kazma işlemine devam ettim. Biraz sonra tıpkı bir koni benzeri, tıpkı bir baca benzeri taşlarla örülü yeni bir yere rastladım. Sadece Ermeni toplumunun bildiği bir yöntemle yapılmış olan o yerin en son noktasına geldiğimde de, bu sefer ağzı sıkı sıkıya bağlı bir toprak küpe rastladım. Hayvan derisiyle ağzı kapatılmış olan o küpü açtığımda da içinden bir sürü altın, mücevher ve takı çıktı. O anda çok heyecanlanmıştım ve neredeyse ağzı yüzyıllardır kapalı olan o küpün içinde biriken o zehirli oksitlenmeden dolayı da biraz kendimden geçmiştim, yani biraz bayılmıştım.

Kendime geldiğimde artık hava iyice kararmıştı ve orada öylece yerde duran bütün o altınları, mücevherleri, takıları ve o değerli taşları yeniden o küpün içine koyduktan sonra aynı yere gömdüm. Çünkü o hazineden hem amcamın haberdar olmasını istemiyordum ve hem de o dönem askeri cuntanın hala iş başında olduğu ve her adım başı yolda arama yaptığı bir karanlık dönemdi. Ve benim gibi siyasete bulaşmış bir insan için, onlarca kez gözaltına alınıp sorgudan geçirilmiş bir adam için; onca altınla veya onca değerli mücevherle yola çıkmak çok ama çok tehlikeliydi. Herhangi bir yakalanma durumunda hem o altınlara el koyarlardı ve hem de tarihi eser kaçakçılığından beni onlarca yıl hapse çarptırırlardı.

Bu tehlikeleri bildiğim için, ben de o tarihi hazineyi yeniden aynı yere gömdüm. Daha sonraları ortalık biraz yatıştığında ve o askeri cunta iş başından gittiğinde; ben daha tecrübeli bir insan olarak oraya yeniden geri dönecektim ve orada öylece gömülü duran o değerli hazineyi yeniden günyüzüne çıkararak en iyi bir şekilde değerlendirebilecektim. Ama o gün bir daha geri gelmedi ve ben de bir daha o küçük dağ köyüne geri dönemedim. Yani sözün kısası; o hazineye dair düşlerim ve hayallerim öylece yarım kaldı. Kimbilir belki de o hazine çok kutsal olduğu için hala o asıl sahiplerini öylece bekleyip durmakta? İşte benim o gözyaşı yüklü geçmişime dair en büyük sırlardan biri budur. Ve bu sırrımı ilk defa burada siz o çok değerli tilki dostlarımla paylaştım. Beğenip, beğenmediğinizi bilmiyorum, ama bütün bu anlattıklarımın hepsi doğrudur ve yaşanmış şeylerdir.” dedikten sonra, oradaki bütün tilki dostlar hep bir ağızdan:

“Çok beğendik Veysel Baba. Çok önemli bir sırrını bizimle paylaştığın için sana çok teşekkür ediyoruz. Varsa eğer bir başka sırrını daha anlatmanı istiyoruz.” Deyince; bizim o konuşan tilkimiz Sessiz Ayak hemen devreye girerek:

“Sevgili tilki kardeşlerim. Artık sabah olmak üzere. İsterseniz bu sırları açığa çıkarma işini veya sırları ortaya dökme işini gelecek haftaya bırakalım ve yuvalarımıza geri dönelim.” Deyince; bütün tilki dostlar bir sonraki hafta yeniden aynı yerde buluşmak üzere yuvalarına döndüler. Ve bizim o yaşam yorgunu Veysel Baba da yıllardır kendi içinde saklamış olduğu o sırrını artık açığa çıkarmış bir insan olarak kendi evine geri döndü.