Veysel Baba ile Konuşan Tilki Sessiz Ayak

Veysel Baba ile konuşan tilki Sessiz Ayak arasında geçen bu gizem dolu hikaye; aslında o yağmur yüklü şehir Londra’nın kuzeyinde bir yerlerde yer alan o meşhur Shoreditch Park’ta geçmektedir.

Ve yine gizem dolu hikayemizin ana kahramanlarından biri olan Veysel Baba adındaki kişi; o meşhur Shoreditch Park’ın hemen bitişiğindeki o Kinder House adlı binanın 8 nolu dairesinde bir başına yaşamaktadır.

Ve söz konusu bu ilginç hikayemizin diğer bir kahramanı olan o konuşan tilki Sessiz Ayak ise; yine aynı parkın çok yakınında bir yerde yer alan o ünlü St.John’s Hoxton adlı kilisenin o duvar dibindeki sığınağında tek başına yaşamaktadır.

Bu güzel hikayemizin bu iki farklı dünyaya ait kahramanını buluşturan ve onların arasında bir sevgi çemberi oluşturan o Shoreditch Park; aslında birçok sırrı ve gizemi kendi içinde barındırmaktadır. Ve sanki o güzelim Shoreditch Park bütün o sırları, gizemleri; bu hikayemizde adı geçen o kahramanlar için biriktiripte saklamış gibidir.

O sırlarla ve gizemlerle dolu Shoreditch Park’ın gündüz ve gece olmak üzere iki farklı dünyası vardır. Gündüzleri adeta insanlarla dolup taşan ve çocukların neşe içinde oyun oynadıkları biryer haline gelen o güzelim Shoreditch Park; akşam olup hava karardıktan sonra yavaş yavaş bir başka kimliğe  bürünerek bölgede yaşayan bütün tilkilerin adeta uğrak yeri olur.Birçok sırrı ve gizemi içinde barındıran o vefakar Shoreditch Park bu iki değişik kimliğinden veya bu iki farklı şeklinden hiç rahatsız olmaz.

Ve bir gün o sırlarla örülü Shoreditch Park; soğuk bir kış gecesinin sabahında hikayemizin bu iki değişik kahramanını bir araya getiripte tanıştırmak için bütün enerjisini kullanmaya karar verdi. O soğuk kış gününde gecenin geç saatlerine kadar bir barda oturup içki içen ve bir bilinmezlik deryası içinde öylece savrulan Veysel Baba; söz konusu o eğlence yerinden ayrıldığında saat sabahın ikisini gösteriyordu. Adam artık yorgun bir savaşçı gibi, herşeyini kaybetmiş bir komutan gibi kendisini gece gündüz içkiye vermişti.

Adam her zaman yapmış olduğu gibi o günün gecesinde de sabaha kadar içki içmişti. Ve o saatte bar kapanmasaydı eğer hala içmeye devam edecekti. Adam çaresiz bir şekilde bardan ayrıldı ve hemen karşısındaki o otobüs durağına yöneldi. Dışarıda hava adeta buz gibiydi ve o soğukta epeyce bir süre gece otobüsünün gelmesini bekledi. O saatte bütün bir şehir en derin uykusunda iken o hala buralarda yarı perişan bir halde öylece dolanıp duruyordu. Bir süre orada, o soğukta bekleşip duran adam gece otobüsü geldiğinde hemen bindi ve gidip arkada bir yere oturdu. Adam, o yarı uykulu gözlerle biran önce eve varmak ve kendisini öylece yatağa atmak istiyordu. Bir süre sonra evlerinin yakınındaki otobüs durağına geldiğinde son bir gayretle kendine gelen adam otobüsten inip Shoreditch Park’ın içinden geçerek eve doğru yürümeye başladı. Bu yoldan yürümek biraz olsun onu kendine getiriyordu ve bu sayede de kendi kendisini eleştirerek yapmış olduğu o hatalardan, o yanlışlardan bir takım derslerçıkarmaya çalışıyordu. Fakat sabah olupta biraz olsun kendine geldiğinde ise; yine aynı hatalarına, aynı yanlışlarına geri dönüyordu.

Veysel Baba, sabahın bu erken saatinde öylece perişan bir şekilde ve öylece yarı uykusuz bir halde o parkın içinde yürürken; o saatte uyuyan o mutlu insanları düşündü. Belirli bir amaç doğrultusunda çalışan ve düzenli bir hayat sürdüren bütün o insanlar şimdi bir güzel uykuda iken ve en güzel rüyalarını görür ikenİ o ise herşeye inat edercesine bütün günlerini ve gecelerini o barlarda, pavyonlarda geçirmekteydi. Sabahlara kadar çılgınlar gibi eğlendiğini düşünen adam aslında hayatı kendine zehir etmekteydi. Ve her gece bu parkın içinden geçerken bütün bunları düşünerek kendisi için sağlıklı bir yol arayıp duruyordu. İyi bir gerekçe veya mutlu bir tesadüf belkide onu yeniden hayata bağlayacak ve ayaklarının üzerinde durmasına yol açacaktı. Çok uzun yıllar öncesinde yaşamış olduğu o insanlık dışı işkencelerden dolayı iyice harap olmuş olan o zayıf vücudu; şimdi gerek o düzensiz yaşamdan dolayı, gerek o düzensiz beslenmeden dolayı ve gerekse de alkol benzeri kötü alışkanlıklarından dolayı iyice çökmüştü. Artık bu kötü gidişe bir son vermenin zamanı çoktan gelip geçmişti, ama nasıl ve ne şekilde olacaktı. İşte onu tam olarak bilmiyordu.

Ve sözkonusu bu hikayemizin bir diğer kahramanı olan konuşan tilki ise; çok uzun yıllar öncesinden bu yana kendisine yuva olarak seçmiş olduğu St. John’s Hoxton kilisesinin duvar dibindeki o yuvasından daha yeni çıkmış bir şekilde o gizemliShoreditch Park’ın yolunu tutmuştu.Kışın bu ayları o güzelim kızıl tilkilerin (red fox) çiftleşme dönemleri olduğu için dişi tilkiler kendilerine kur yapacak olan o erkek adayı bulabilmek için genellikle o meşhur Shoreditch Park’ın yolunu tutarlar. Bu aylarda (Ocak-Şubat) erkek tilki, dişi tilkiye kur yapar ve kendini ona beğendirmek için her yolu dener. Ve bunda başarılı olursa eğer onunla çiftleşir. Bu birleşmeden sonra erkek tilki, dişi tilkinin yanında kalarak yeni doğacak olan yavruların bakımında anneye yardımcı olmaya çalışır.Yaklaşık elli gün süren bir gebelikten sonra anne tilki genellikle üç ile beş adet arası yavru tilki dünyaya getirir.Bazen bu rakamların on iki gibi çok yüksek rakamları da bulduğu olmuştur.Yeni doğan yavruların gözleri ilk iki hafta boyunca hep kapalıdır ve hiç görmezler. Binominal ismi Vulpes Vulpes olan kızıl tilki yavruları ilk altı hafta boyunca anneleri tarafından emzirilirler.Yavrular bir aylık olunca yuvalarından çıkıp dışarıda oyun oynamaya başlarlar ve bu şekilde de doğayı tanımaya çalışırlar. Dişi tilkinin herhangi bir sebepten dolayı ölmesi halinde veya yuvaya dönmemesi halinde yavru tilkilerin bakımını erkek tilki üstlenir.

Yeni doğan tilki yavruları birkaç haftadan sonra annelerinden bağımsız hareket etmeye başlarlar. On ay kadar sonra da bir başka tilkiyle çiftleşebilecekleri bir olgunluğa erişirler. Ve bir yaşına geldiklerinde de yuvalarından ayrılıp kendilerine yeni bir yuva kurarlar veya yeni bir sığınak ararlar. Kızıl tilkiler genellikle geceleri ava çıkan omnivor hayvanlardır. Yeni doğan yavrulara avlanmayı öğreten anne tilki haricindeki diğer bütün tilkiler hep yalnız ava çıkarlar. Senenin çok büyük bir bölümünü yalnız bir şekilde geçiren kızıl tilkiler; diğer birçok kıtada olduğu gbi Avrupa’da da sıkça görülmektedir. Özellikle Avrupa’nın kuzeyinde sıkça görülen kızıl tilkiye İngiltere’nin kırsalında dahada bir sıkça rastlanır.

Kırsal kesimde yaşayan ve çiftçilikle uğraşan insanların adeta baş belası olan kızıl tilkiler; onlara ait o kümeslerden tavuk gibi, hindi gibii, ördek gibi, kaz gibi ve hatta tavşan gibi kümes hayvanlarını bir güzel aşırıp yemeyi çok severler. Ve ayrıca güvercin gibi, fare gibi, kene gibi diğer bazı hayvanları da avlayıp yedikleri için; şehirlerdeki ve kasabalardaki o hayvan popülasyonlarını da bir şekilde önlerler. Ve bu sayede de şehirlerdeki o sağlık ortamına dolaylı bir şekilde katkı sundukları için de bizlere faydaları dokunur. Genellikle kurnazlıklarıyla bilinen ve bu yönleriyle de birçok masal kitabınada konu olan kızıl tilkiler; her türlü yaşam şekline çok rahatlıkla ayak uydurabilirler. Şehirleri bir yaşam alanı olarak seçen kızıl tilkiler soğuk kış ayları hariç genellikle gecenin geç vakitlerinde ortaya çıkarlar.Çok sessiz bir şekilde hareket eden ve yürüyen kızıl tilkileri farketmek neredeyse imkansızdır.İngiltere’nin her yerinde, her bölgesinde bu kızıl tilkilere rastlamak olasıdır. Her köyün, her kasabanın, her şehrin, her yeşil alanın ve hatta her parkın yakınında bir yerde kendisine bir yaşam alanı bulan veya oluşturan o kurnaz dostlarımız, o baş belası dostlarımız; en çokta bizlerin o rüyalarını, o hikayelerini, o düşlerini ve o hayallerini süslemektedirler.

Ve işte o Yağmur Yüklü Şehir’in yani Londra’nın kuzeyindeki o gizemli Shoreditch Park’ı ve hemen onun yakınındaki o meşhur St.John’s Hoxton Kilisesi’nin o ikiyüz yıllık duvar dibini kendisine bir sığınak yeri gibi gören o tilki de işte böyle bir tilki familyasına ait bir yaramazdır, bir gece avcısıdır. Ve o soğuk kış gecesinde kendisine yeni bir eş bulabilme ümidiyle Shoreditch Park’ın yolunu tutan Sessiz Ayak; biraz sonra parkın içine vardığında oradaki bir bankın üstünde öylece yarı baygın bir halde oturan ve kendi kendine konuşan bir adamı farketti. Adam hem yalnızdı ve hemde hıçkırıklara boğulmuştu. Saçı, sakalı iyice ağarmış olan o adamın o anda sanki tövbe eder gibi bir hali vardı. Ve adamın evi parkın hemen yanıbaşında olmasına rağmen o yinede, o soğuk kış gecesinde sanki kendisini cezalandırmak için o parkı seçmişti.Bütün bir şehir o saatte en derin uykusunda iken ve çocuklarda en güzel rüyalarını görürlerken; bizim o yalnızlıklar abidesi Veysel Baba sanki o gece inat etmiş ve kendşsşnş cezalandırma yoluna gitmişti.

Konuşan tilki Sessiz Ayak adeta bir yenilgi abidesi gibi görünen o sır dolu adamın içine düşmüş olduğu o çaresiz ruh halini görünce; o gece için düşünmüş olduğu o eş arama işinden vazgeçti. Ve çok sessiz bir şekilde oradaki çalılıkların arasından öylece süzülerek hala oradaki bankın üzerinde oturan o adamın yanına kadar vardı. Ve artık böylesine yakın bir mesafeden o saçı, sakalı ağarmış olan o zavallı adamın bütün o pişmanlık dolu sözlerini dahada bir rahat duyabiliyordu. Adamın o yalnız hali, o çaresiz hali ve o ağlamaklı hali bizim konuşan tilkiyi çok üzmüştü. Uzunca bir süreden bu yanadır o sır dolu Shoreditch Park’ı  ve onun yakın çevresini mesken tutan Sessiz Ayak; belkide ilk defadır bölesine acıklı ve böylesine hüzün dolu bir olayla karşılaşıyordu.Adam o anda sanki bitmemiş bir hikayeden veya masaldan öylesine fırlayarak bu soğuk kış gecesinde o gizem dolu parkın tamda ortasına öylece düşmüş gibiydi. Ve sanki yarım kalmış bir öyküyü, bir masalı tamamlaması için bir takım gizemli güçler orada, o bankın üstünde öylece oturan o adamı buraya göndermiş gibiydiler.

Sessiz Ayak uzun yılların kendisine vermiş olduğu o bilgi birikimiyle olsa gerek o anda hemen kararını verdi ve kendi kendisine:

“Çok uzun yıllardan beridir beklediğim o şanslı kişi heralde bu adam olmalı. Adamın güven verici bir hali var ve tıpkı benim gibi yalnızlıktan bıkmış gibi bir hali var. Artık dayanılmaz bir hale gelen o sırlarımı bu adamla paylaşabilirim. Ve bu yalnızlık abidesi gibi görünen adamla saygıya dayalı, sevgiye dayalı ve karşılıklı güvene dayalı bir dostluğun kapısını sonsuza kadar aralayabilirim. Ve ayağıma kadar gelen böylesine önemli bir şansı geri çevirmemem gerekiyor” diye birşeyler konuştuktan sonra, o patileriyle sessiz bir şekilde yürüyüp oradaki adamın yanına kadar vardı. Fakat o sırada oradaki bankın üzerinde öylesibe çaresiz bir şekilde oturan o adamın bizim o konuşan tilkimizi farkedecek bir hali bile yoktu.Bütün bir günü o içkili mekanlarda geçiren adam; hem sarhoştu, hem huysuzdu ve hemde ayakta bile duracak hali yoktu.Adamın evi biraz ileride birkaç yüz metre ötede olmasına rağmen yinede o; bu geceyi, bu gizem dolu parkta geçirmeye karar vermişti.Çünkü onun çoktandır unutmuş olduğu veya ihmal etmiş olduğu bir günah çıkarma işi vardı.Ve bu gece burada, bu parkın tamda ortasında o yarım kalan günah çıkarma işini mutlaka ama mutlaka tamamlamalıydı. Hava çok soğuk olduğu için ve saat sabahın üçü gibi olduğu için dışarıda hiç kimseler yoktu. Bu saatte hiç kimseler onu duymayacağı için de o artık çok rahatlıkla içinde biriktirmiş olduğu o isyanlarını, o itirazlarını dile getirebilirdi ve tanrısına istediği şekilde haykırıp, yakarabilirdi.

Bu düşünceler içinde adam hala oturduğu o bankın üzerinden son bir gayretle ayağa kalktı ve iki elini havaya doğru kaldırıp açtıktan sonra yüksek bir sesle yakarmaya başladı. Ve herkesin duyacağı bir şekilde de:

“Ağla ey Veysel Baba, ağla! Artık yolun sonuna geldin.Bu yenilginin tek sorumlusu sensin. Adına yaşam denilen bu zorlu mücadeledeki asıl yenilgi yine sana aittir.Bu gözyaşı yüklü tek kişilik trajedganın asıl başrol oyuncusu da yine sensin. Artık bundan ötesi yok ve olmasının da herhangi bir anlamı yok.Çünkü adına yaşam denilen bu umut yolculuğunda sana herhangi bir yer yok.Sen, bu anlam yüklü umut kervanına hiç yakışmıyorsun ve kervanın ahengini, ritmini, güzelliğini bozuyorsun. Ve artık senin için bundan ötesi olmayacağına göre kenara çekilmenin bir zamanı gelmedi mi? Çünkü sen; bu günahkar yaşam şekliyle ve bu duyarsız yaşam şekliyle bu dünyaya hiç yakışmıyorsun.

Ey Veysel Baba! Bu bir sürü pişmanlık dolu tek kişilik oyunu sen kurguladın, sen yazdın ve sen sahneye koydun. Ve bu tek kişilik oyunda bazen bir iyiliksever oldun, bazen bir adalet savaşcısı oldun, bazen ihanetlere uğradın, bazen işkencelerden geçirildin, bazen yalnızlıklara itildin, bazen unutulmuşlar arasına eklendin, bazen renkten renge büründün, bazen fikirden fikire savruldun ve bazen dekolaycılığı tercih ederek o teslimiyet korosunda yer aldın. Ve o sonu gelmez hatalarını, yanlışlarını veya savrulmalarını gördüğün halde bir an olsun duraklamadın, bır an olsun özeleştiri yapmadın ve bır an olsun kendine çeki düzen vermedin. Hep inat ettin ve bir an olsun geriye dönüpte o yanlışlarından, o hatalarından dersler çıkarmak istemedin. Kendi kendinle adeta bir inatlaşma yarışı içine girerek böylesi bir mağlubiyeti adeta kaçınılmaz kıldın.

Ve sen ey Veysel Baba! İnsanlar gecenin bu bir hayli ilerlemiş saatinde evlerinde bir güzel uyurlarken ve en güzel rüyalarını görürlerken; sen ise adeta mağlubiyet abidesi gibi böylesine soğuk bir kış gecesinde burada, bu parkın tam ortasında böylesine çaresizlikler içinde en son sahneni oynamaktasın. Senin dışındaki insanların bir çoğu hayatın o yalın gerçeklerine uyarak kendileri açısından en doğru olanı yaptılar ve örnek alınacak bir takım yaşam şekilleri oluşturdular. Sen ise kolay olanı tercih ederek o yalın gerçeklerden kaçtın ve kendine yalan üzerine inşa edilmiş bir sahte dünya yarattın. Ve böylelikle bir suç imparatorluğunun, bir günah imparatorluğunun çok küçük bir oyuncağı haline geldin, çok küçük bir parçası haline geldin. İnsanların bir çoğu ekmek derdine düşerek gündüzlere sahip çıkarlarken, sen ise tam tersini yaparak eğlence peşine düştün ve o büyüleyici gecelere sahip çıktın. İnsanlar o kutsal dava uğruna aydınlıklara doğru yürürlerken, sen ise büyük bir inatla o sonu gelmez karanlıklara doğru yürüdün.

Ey Veysel Baba! Ey yaşam yorgunu adam! Ey yalnızlıklarla dost olan adam! Hani nerede o bir zamanların örnek gösterilen adamı? Hani nerede o bir zamanların ileri görüşlü adamı?Hani nerede o bir zamanların çağdaş düşünceli adamı?Hani nerede o bir zamanların anti kapitalist adamı?Hani nerede o bir zamanların evsensel düşünceli adamı? Hani nerede o bir zamanların sosyalist düşünceli adamı? Hani nerede o bir zamanların barış diyen, kardeşlik diyen,dostluk diyen, eşitlik diyen adamı?Hani nerede o bir zamanların özgürlük diyen, hürriyet diyen o inatçı adamı?Hani nerede o bir zamanların bütün dünya halkları kardeştir diyen adamı? Hani nerede o bir zamanların inanç ayrımına, ırk ayrımına, renk ayrımına dur diyen adamı?Hani nerede o bir zamanların doğasever adamı, o küresel ısınmaya karşı çıkan adamı? Hani nerede, nerede, nerede? İşte tam da burada, adına Shoreditch Park denilen bu yerin tam ortasında adeta bir yenilgi abidesi gibi, bir pişmanlık abidesi gibi öylece durmakta.

Ve sen, Veysel Baba! Bu hüzün dolu mağlubiyet senin eserindir. Ve bu gözyaşı yüklü son da yine senin eserindir.Ve artık bu gözyaşı yüklü oyunun sonuna geldin.Biraz sonra sahnenin bütün ışıkları sönecek ve perde de bir daha açılmamak üzere sonsuza dek kapanacaktır.Herşeyin bir başı olduğu gibi, bir de sonu vardır. İnsanlar doğarlar, büyürler ve en nihayetinde ölürler. Sen de doğdun, büyüdün ve en sonunda da o makul son ile başbaşa kaldın. Ve artık o dram yüklü yaşam yolunda daha fazla ısrar etmenin hiçbir faydası yoktur. Bu noktada daha fazla inat edip o anlamsız yaşamı sürdürmenin de hiçbir yararı yoktur.Çünkü daha fazla yaşam, daha fazla acı demektir, çile demektir, kahır demektir, gözyaşı demektir, hüsran demektir, yenilgi demektir ve yalnızlık demektir. Ve bunun içindir ki; elveda bütün hatıralar, bütün yaşanmışlıklar. Elveda, elveda,elveda.” Dedikten sonra da oradaki bankın üzerine öylece yığılıp kaldı.

O sırada hava gerçekten de çok soğuktu ve o yaşam yorgunu adam o anda Shoreditch Park’ın tam da orta yerinde ölüm uykusuna daldığında saat sabahın dördünü göstermekteydi. Ve o sırada dışarıda bizim konuşan tilki Sessiz Ayak’tan başka hiç kimse yoktu. Ve o soğuk kış gecesinde bir anlamda ölüm uykusuna dalan adam artık yavaş yavaş kanının çekilmeye başladığını hissetmeye başlamıştı. Gözleri yarı aralık bir şekilde sanki bir tilki görür gibi oldu. Ve sanki o tilki, o uzun kuyruğuyla onu ısıtmak ister gibiydi.Tilkinin o güzelim davranışı ve gayreti ona, o iyi kalpli annesini hatırlatmıştı. Adam her üşüdüğünde ve her yalnız kaldığında hep o çocukluk günlerini hatırlardı ve dere kenarında çamaşır yıkayan o köylü kadınları aklına getirirdi. Ve bir sal taşının üstünde annesinin kendisini nasıl yıkadığını hatırlardı. Her üşüdüğünde de ve her: “Anne çok üşüyorum!” dediğinde de annesinin oradaki kazandan bir tas sıcak suyu alıpta başından aşağıya bir güzel döktüğünü ve ısıttığını hatırlardı. Ama bu sefer, bu soğuk kış gecesinde bu parkın tamda orta yerinde onu ısıtacak ne annesi vardı, nede başka bir kimse. Sadece ve sadece konuşan bir tilki bütün olan bitene şahit olmuş ve olaya müdahale ederek bir anlamda o ölüm uykusuna yatmış olan o yaşam yorgunu adamı bir şekilde de olsa hayata yeniden geri döndürmüştü.