Rüzgar Saçlı Kız ve 7 Temmuz 2005

Bu hikaye, 7 temmuz 2005 tarihinde sözün ona o eli kanlı Al-Qaeda isimli terör örgütünün Londra metrosunda gerçekleştirmiş olduğu o korkunç saldırıları ve bu saldırıların bir yerinde olaya dahil olan bizim o dünyalar güzeli Rüzgar Saçlı Kız’ın o hüzünlü yaşam öyküsünü konu edinmektedir.

O güzel insan, o örnek insan Charlie Chaplin; gerek savaştan beslenen, gerek kan dökmekten hoşlanan ve gereksede o şeytani arzularına adeta esir olan o eli kanlı canilere, o zalim diktatörlere, o iki yüzlü siyasetçilere ve onların o kıyamet senaryolarında istemeden de olsa görev alan o çaresiz askerler şöyle seslenir:

“Beni duyma olanağı bulanlara diyorum ki: Umutsuzluğa düşmeyi! Üstünüze çöken bela, vahşi bir iştihanın ve insanlığın gelişmesinden korkanların duydukları acıların bir sonucudur sadece. İnsanlığın kini geçecek, diktatörler yok olup gideceklerdir. Halktan zorla aldıkları iktidar yine halkın eline geçecektir. Ve insanlar ölmeyi bildikleri sürece, özgürlük yok olmayacaktır.

Askerler, bu vahşi adamlara adamayın kendinizi… Sizi hor görüyor, size köle gözüyle bakıyor, hayatınızla oynuyorlar. Davranışlarınıza, düşüncelerinize, duygularınıza hükmetmeye kalkıyorlar. Sizi hayvan terbiye eder gibi şartlandırıp aç bırakarak topun ağzına sürüyorlar. Doğaya aykırı olan bu adamlara teslime etmeyin kendinizi… Bu makine gibi duygusuz, makineleşmiş adamlara kanmayın! Sizler birer hayvan değilsiniz! Yüreğinizde insan sevgisi taşıyorsunuz!

Nefrete kapılmayın. Ancak sevilmeyen kişiler nefret eder. Sevilmeyenler ve anormal olanlar… Askerler, kölelik uğruna dövüşmeyin. Özgürlük için dövüşün!”

Bazen o emperyalist politikalar için, bazen o sömürgeci politikalarını hayata geçirebilmek için ve bazen de o sonu gelmez çıkarlarını korumak için adeta her yolu deneyen halkları birbirine kırdıran, ülkeler arasında çeşitli savaşlar icat eden ve dünyayı adeta bir felakete sürükleyen o karanlık güçler bazen sıkıştıklarında da veya yeni bir oyunu sahneye sürmek istediklerinde de ; işte o Taleban gibi, o Alqaeda gibi, o Kontrgerilla gibi, Abu Nidal Organization gibi, Abu Sayyaf gibi, Al-Nusra Front gibi, Boko Haram gibi, Hizbut- Tahrir gibi, Islamic Jihad gibi, Tevhid-Selam gibi ve Islamic State of Iraq and the Levant gibi bir takım radikal islamik grubu bile dolaylı yoldan sahaya sürmekten ve geri planda onları desteklemekten asla geri durmamışlardır. Kendi çıkarlarına uygun düştüğü taktirde şimdilerde terörist bir örgüt olarak gördükleri o Taleban’ı White House’ de rn iyi bir şekilde ağırlamaktan ve onlarla eylem birliği yapmaktan hiç çekinmeyen o küresel güçler veya oyuncular; çıkarlarına ters düştüğü taktirde de hiç utanmadan, hiç sıkılmadan kader birliğ iyaptığı o örgütleri bir anda terörist örgütler listesine alabilmektedir.

Bazen Afganistan’ı işgal ederk, bazen Vietnam’ı işgal ederek, bazen Irak’ işgal ederek bazen Suriye’de Libya’da, Yemen’de iç savaş çıkartarak, bazen Mısır gibi ülkelerde askeri darbeleri örgütleyip iktidara getirerek, bazen İsrail’in o katliamlarına göz yumarak ve bazen de ikili oynayarak milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine, sakat kalmasına yol açan ve bütün dünya halklarına bol bol kan ve göz yaşı armağan eden o küresel güçler, o küresel oyuncular hala hiç utanmadan, hiç sıkılmadan bir de sözde demokrasi savunuculuğuna soyunmakta ve sözde bir barış elçliğine niyetlenmektedir.

Ve böylesi konularda çok eski dönemlerde yani o gençlik yıllarında epeyce bir kafa yoran ve epeyce bir uğraş vermiş olan bizim o siyaset yorgunu Veysel Baba; özellikle de son yıllarda bütün bir dünyada yaşanan o toplu katliamlara karşı, o kitlesel ölümlere ve kıyımlara karşı, o işgallere karşı ve bütün o karanlık senaryolara karşı, bütün o adaletsizliklere karşı tıpkı o güzel insan Charlie Chaplin gibi bu seferde kendisi bütün dünya gençlerine bir anlamda seslenerek, onları bir güzel uyarmak istemektedir. Ve bizim o siyaset yorgunu Veysel Baba söz konusu bu mesajında bütün dünya gençlerine şu şekilde seslenir:

”Beni okuma olanağı bulan ve beni biraz olsun anlayan gençlere diyorum ki: Adına karamsarlık denilen, umutsuzluk denile ve yenilgi denilen o kolaycı tavırlara ve yaklaşımlara asla ve asla teslim olmayın. Karamsarlığı ve umutsuzluğu her daim kendinizden uzak tutun. Ve inadına inadına o sorunların üzerine yürüyün. Azmedin, emek harcayın, alın teri dökün ve beli,rlemiş olduğunuz o hedef doğrultusunda kararlı  bir tutum sergileyin. Sabretmesini bilerek bazı şeyleri zamana bırakın. Çünkü sabır, kurtuluşun anahtarıdır.

Gençler önümüzdeki o hedef doğrultusunda kararlı bir yürüyüş eylerken; önümüze çıkan o bir takım karanlık güçlerin veya bir takım küresel oyuncuların o çıkar yüklü senaryolarına asla kanmayın ve onların o kirli politikalrına da asla alet olmayın. Ve yine onların ulaşılmaz gibi görünen o devasa kulelerinin inşaatında bir tuğlada siz olmayın. Onların adeta sizleri bir çıkar aracı gibi, bir sıçrama tahtası gibi veya bir merdiven basamağı gibi görüpte kullanmalarına da asla izin vermeyin!

Gençler, o güzelim hayallerinizden, düşlerinizden ve umutlarınızdan asla vazgeçmeyin. Her zaman iyi kalpli insanlarla, sevgi dolu insanlarla bir arada bulunun ve o güzelim hayallerinizide yine onlarla paylaşın. Ve bir takım şeytani arzulara veya istemlere teslim olmuş olan o kötü kalpli insanlarla bir arada bulunmayın. Ve sakın olaki onlarla bir eylem birliği içinde veya bir kader birliği içinde de olmayın. Çünkü onlar, daha işin en başında o şeytani arzularına ve istemlerine teslim olmuşlardır. Çünkü onlar, o sonu gelmez arzuları için adeta bütün bir dünyayı felakete sürüklemişler ve bu güzelim dünyamızı adeta cehenneme çevirmişlerdir.

Gençler, onların binbir hileyle ve entrikayla halktan zorla aldıkları o devasa servetleri, malları, mülkleri, köşkleri, sarayları, villaları, yatları, uçakları, helikopterleri, limuzinleri, arazileri, çiftlikleri ve toprakları sizin vereceğiniz o mücadele sayesinde yine halkın eline geçecektir. Ve iyi kalpli insanlar düşünmeyi bildikleri sürece, hayal kurmayı bildikleri sürece, umut etmeyi bildikleri sürece, mücadele etmeyi bildikleri sürece ve hakkını aramayı bildikleri sürece zafer her zaman o iyi kalpli insanların yanında olacaktır, o sevgi dolu insanların yanında olacaktır. Yani siz bütün gençlerin o umut dolu hayal dünyasında birbir yaşam bulacaktır.

Gençler, bu karanlıklardan beslenen bir takım yaraya kılıklı adamlara adamayın kendinizi… Çünkü onlar, size hiç değer vermiyorlar ve sizi adeta sıradan bir yaratık gibi görerek; sizin sırtınızdan o devasa servetlerine yeni servetler ekliyorlar. Ürettikleri o göz kamaştırıcı aletlerle ve o büyüleyici teknoloji sayesinde de sizi etkileyip asıl özünüze hükmediyorlar ve sizi içten ele geçiriyorlar. Ve böylece de teknolojiye bağımlı yeni bir toplum yapısı veya yeni bir yaşam şekli oluşturuyorlar. Ve ayrıca böylece bir teknoloji sayesinde de biz bütün insanlara düşünmenin kapısını, fikir üretmenin kapısını, okumamın ve yazmanın kapısını, sevip aşık olmanın kapısını, duyguları dışa vurmanın kapısını, insanlarla bir araya gelebilmenin kapısını ve hatta doğayla bir araya gelebilmenin kapısını daha en başından bizlere kapatıyorlar. Adeta bizlere:” sen düşünme, sen fikir üretme, sen kendini boşu boşuna yorma ve enerjini boş yere harcama. Ve sen sakın olaki o bilgisayarın, o televiz*yonun başından kalkıpta dışarı çıkma o güzelim parklarda dolaşıpta sakın aşık olma. Zamanını boş yere o kafe shoplarda, o eğlence yerlerinde veya o sinema salonlarında harcama. Bizden istediğin ne ise, biz senin ayağına kadar getiririz. Sen sadece iyi bir tüketici ol ve sadece alışveriş yapmak için, para harcamak için dışarı çık. Çünkü sen sadece bir tüketicisin ve sadece bunun için varsın” şeklinde seslenerek bizleri adeta duygudan yoksun bir meta haline getirmek istiyorlar.

Ve bütün bu kirli oyunları sahneye koyanlar bazen de sıkıştıkları o alanlarda  başka başka akıl almaz oyunları veya hileleri devreye sokarak bir takım dinci örgütleri, bir takım radikal örgütleri ve bir takım köktenci grupları icat ederek hemen piyasaya sürerler. Çünkü bu bir çıkar savaşıdır, bu bir paylaşım savaşıdır ve bu bir küresel oyundur. Ve bu acımasız çıkar savaşında her yol denenmelidir ve bu uğurda hiçbir kimsenin aklına dahi gelmeyen o karanlık senaryolar mutlaka devreye sokulmalıdır. Örneğin halklar arasında bir nefret tohumu, bir düşmanlık tohumu ekilmelidir ve ülkeler arasında bir savaş ortamı yaratılmalıdır. Bu sayede de  o ülkelere bol bol silah satılmalıdır. Örneğin o ülkelerin ekonomisi içten çökertilerek  dışa bağımlı bir hale getirilmelidir. Örneğin o ülkelerde iç savaş çıkartılarak o ülkelerin belini doğrultması engellenmelidir. Örneğin o din savaşlarını, o mezhep savaşlarını daha da bir körükleyerek dinler veya mezhepler arasındaki o yakınlaşmaya mutlaka engel olunmalıdır. Örneğin bir takım radikal dinci grupları yaratarak adeta bir barış dini olan o islama en büyük darbe vurulmalıdır. Ve bütün dünya halklarının tek bir koro halinde aynı şarkıyı söylemesi aynı hayalleri kurması; o kötü kalpli insanlara göre, o çıkarcı güç odaklarına göre mutlaka engellenmelidir.

Sevgili gençler, bütün bir gelecek sizlerin o ellerinizde anlam kazanıp yücelecektir ve bu çile dolu yolda, bu hüzün dolu yolda kararlı bir şekilde yürürken; sizler o umut dolu gelecek için kini, nefreti, kıskançlığı ve her türlü kötü düşünceyi mutlaka aklınızdan çıkarın ve onların yerine sevgiyi, saygıyı, barışı, kardeşliği ve dostluğu koyun. Çünkü asıl mutluluk, sevgiyle gelen mutluluktur. Çünkü sevgiden acılar son bulur, dertler şifa bulur ve bütün bir insanlık ancak sevgi sayesinde aramış olduğu o sonsuz huzuru bulur. Sevgiler, saygılar. Dersimli Veysel Baba. ”

Eski bir siyasetçi olarak olaylara bakan ve son zamanlarda daha da bir gündeme gelen bir takım radikal islamik grubun düzenlemiş olduğu o terörist saldırılarda islam dininin  daha fazla zarar görmesini istemeyen ve bu çıkar temmelli paylaşım savaşında herhangi bir suçu günahı olmayan insanların hayatını kaybetmesine gönlü razı olmayan Veysel Baba; hemen kağıdı kalemi eline alarak bir şeyler yazmaya başladı. Adam, şu an böylesine planlı, böylesine oraganize bir oyunun vaya bir terörist saldırının sahneye konulmasına mutlaka karşı çıkmalıydı. Ve bu uğurda elinden geleni de mutlaka yapmalıydı. Çünkü bu bir insanlık göreviydi ve ortada al-Qaedo isimli bir terör örgütünün her an Londra’da bir terör saldırısı gerçekleştirebileceğine dair bir takım söylentiler vardı, bir takım emareler vardı ve bir takım kuvvetli ip uçları vardı.

Veysel Baba kendi kendisine belirlemiş olduğu o hedef doğrultusunda bir takım hesaplamalar içine girdi. Ve özellikle de bazı islami kaynaklarda bahsi geçen ebced gibi, cifir gibi, huruf’iyye gibi, huruf-u mukatta gibi, batıniyye gibi, numeroloji gib ve hatta Qur’an da da bahsi geçen Allah’ın 99 ismi gibi bir takım hesaplama teknikleri üzerinde epeyce bir kafa yormaya başladı. Ve bu hesaplama teknikleri üzerinde en çokta islamın kutsal kitabı Qur’an’da adı geçen Allah’ın 99 ismi üzerinde yoğunlaştı. Çünkü kendisinin yapmış olduğu o hesaplamalara göre örneğin New York’taki o ikiz kulelere yapılan saldırıların tarihi hesaplandığında 99 rakamı elde edilmekteydi (9x11:99). Ve buna birde İspanya’nın başkenti Madrid’de düzenlenen o terör saldırısının tarihini eklediğinde de yine o meşhur 99 rakamına ulaşınca; adam söz konusu bu rakam üzerinde durmanın daha da bir gereklilik olduğunu düşündü. Çünkü bu tür radikal örgütler, bu tür kökten dinci örgütler sözde islam adına hareket ediyorlardı ve Qur’an’da bahsi geçen bi takım kutsal işaretlerde onlar için çok önemli olmalıydı. Ve onlarda söz konusu o kutsallara göre hareket ettikleri için sözüm ona cennete gideceklerini düşünüyor olmalıydılar.  

İslamın kutsal kitabı Qur’an’da bahsi geçen Allah’ın 99 ismi hakkında şunlar dile getirilir:

“En güzel isimler Allah’ın dır. O halde, O’na bu güzel isimlerle dua edin ve O’nun isimleri hakkında eğriliğe sapanları bırakın.” (A’af, 7/180; Ta-ha, 20/8; Haşr, 59/25)

“Allah’ın 99 ismi vardır. Bu isimleri ezberleyen kimse cennete girer.” ( Buhari, Deavat, 68,VII,169)

“Allah’ın 99 ismi vardır. Bu isimleri sayan kimse cennete girer.” ( Muslim, zikr, 6.III,2065)

Eskiden bu dini konularda epeyce araştırma yapmış olan ve o dönemlerde birçok dini tartışmanın içinde yer almış olan bizim o eski siyaset yorgunu Veysel Baba; özellikle de çok değerli bir hadis kitabı olan Buhari’de yer alan:” Allah’ın 99 ismi vardır. Bu isimleri ezberleyen kimse cennete girer“ şeklindeki o hadisi daha bir dikkate değer buldu. Ve hemen 99 rakamını temel alan bir takım hesaplamalar içine girmişti. Uzunca bir uğraş neticesinde de Londra’da  düzenlenmesi ihtimali bir hayli yüksek olan söz konusu o terör saldırısına da bir takım olası tarihler belirledi. Ve daha sonra da bütün bunları en ince ayrıntısına kadar kaleme alarak konuyla ilgili birimlere gönderdi. Madem ki o insandı, madem ki o bir bireydi, madem ki o, bu şehirde yaşamaktaydı, madem ki onun da bir insan olarak, bir birey olarak bir takım sorumlulukları vardı; o zaman durmanın ve beklemenin de hiçbir yararı yoktu. Çünkü iyi bir insan olmanın gereği ve iyi bir vatandaş olmanın gereği buydu.

Bizim o siyaset yorgunu Veysel Baba; evine kapanmış bir şekilde bütün bunları düşünüp bir takım hesaplamalar yaparken bizim o masal prensesi Rüzgar Saçlı Kız ise artık eğitimini tamamlamış bir şekilde birkaç yere iş başvurusunda bulunmuştu. Ve hala o rüzgarlar bekçisi Eolo’nun yakın koruması altında olan o dünyalar güzeli Rüzgar Saçlı Kız; büyük bir sabırsızlık içinde yapmış olduğu o iş başvurularının neticesini bekleyip durmaktaydı. Günler günleri kovalıyordu ve bu durum onu epeyce üzmüş ve epeyce bir sitrese sokmuştu. Çünkü o da, tıpkı diğerleri gibi ayaklarının üstünde durmak istiyordu. Ve o da, diğer insanlar gibi iş hayatına atılmak istiyordu. Ve böylelikle de kendi geleceğini yine kendisi inşa etmek istiyordu. Çünkü onun, önündeki o geleceğer dair çok güzel hayalleri vardı ve o hayallerinin içinde tıpkı o masallardaki gibi cennetten bir dünya yaratmıştı.

Ve o sonsuz hayalleriyle ve de düşleriyle kendisine tıpkı o masallardaki gibi bir cennet yaratan o iyi kalpli Rüzgar Saçlı Kız’ın uzun bir süreden beriidr beklemiş olduğu o müjdeli haber en sonunda geldi. Bir temmuz sabahı çalan bir telefon aracılığıyla, yapmış olduğu o iş başvurusunun kabul edildiği kendisine bildirilince; o anda bizim o dünyalar güzeli Rüzgar Saçlı Kız’ın mutluluğu ve sevinci görülmeye değerdi. O da artık ayaklarının üzerinde duracaktı ve o da artık tıpkı diğerleri gibi kendi yolunu yine kendisi belirleyecekti. O gün, o müjdeli haberle birlikte çoktandır hüzün kaplamış olan o evde çok büyük bir sevinç ve mutluluk yaşandı. Ve o gece bizim Rüzgar Saçlı Kız’ın evinde çok güzel bir ktlama partisi yaptılar. Adeta bir veda partisi gibi olan o kutlamaya kimler gelmemişti ki. Örneğin bütün okul arkadaşları, mahalledeki tanıdıkları, eşleri, dostları, ahbapları, komşuları ve hatta bizim Eolo, Boreas ve Alkyone ‘de oradaydı, o kutlama partisindeydi. Çoluk, çocuk, genç, yaşlı kim varsa hepsi de o gece oradaydılar. O gece müzikler çalındı, şarkılar söylendi, danslar edildi, oyunlar oynandı, yemekler yenildi, içkiler içildi ve neşe içinde şakalar yapıldı, kahkahalar atıldı. Ve o gece sanki mutlulukların en güzeli o Kinder House’de ve o sekiz numaralı dairede yaşandı. Fakat hiç kimse de o anda yaşanan bütün bunların aslında bir veda partisi olduğunuda hiç bilemezdi.

O gün Rüzgar Saçlı Kız’ın evinde toplanan bütün davetliler bir güzel eğlendikten sonra gece yarısına doğru evlerine dağıldılar. Misafirlerini ağırlamaktan epeyce bir yorgun düşen Rüzgar Saçlı Kız, annesinden izin alıp hemen uyudu. Yorgun gözlerle ertesi günü düşündü ve o iş görüşmesini düşündü. Ve öylece uyuyup kaldı. Ertesi sabah o bütün yorgunluğuna rağmen yine erkenden kalktı. İlk iş gününün vermiş olduğu o heyecandan olsa gerek en güzel elbiselerini giydi, en güzel makyajını yaptı ve o sihir dolu sarı saçlarını da bir güzel tarayıp o altın tokalardan birisiylede sıkı sıkı bağladı. Anne ile o çok sevdiği kızı birlikte çok güzel bir kahvaltı yaptılar. Ve daha sonra evin annesi o çok sevgili prensesini evin dış kapısında bir güzel öptükten sonra uğurladı.

Rüzgar Saçlı Kız saat 8.40 gibi Old Street Underground İstasyonu’ndan trene bindi. İçerisi bir hayli kalabalıktı ve oturacak yer yoktu. Daha önce bu saatte hiç trene binmemiş olan Rüzgar Saçlı Kız artık bu trafik yoğunluğuna ve bu insan kalabalığına bir an önce alışması gerektiğini düşündü. Çünkü o da artık bir iş kadınıydı ve her gün bu yoğun trafiği ve atmosferi yaşamak zorundaydı. Ve bu çılgınca koşuşturmanın içinde oda, tıpkı diğerleri gibi ayaklarının üzerinde öylece dimdik durmalıydı. Bu zorlu yaşam mücadelesi içinde o da, tıpkı diğer insalar gibi birçok engelle karşılaşacaktı. Fakat yılmadan ve teslimiyeti asla kabul etmeden bu çile dolu yolda öylece kararlı bir şekilde yoluna devam etmek zorundaydı ve öylede olmalıydı. Çünkü o Rüzgar Saçlı Kız’dı. Ve o kuzey rüzgarları tanrısı Boreas tarafından bir takım sırlarla ve gizemlerle donatılmıştı. Ve birkaç ay sonra da, yeni yılın o ilk başlangıç günü; Boreas tarafından güney rüzgarları tanrıçası ilan edildikten sonra bir başka yaşam formatında öylece yoluna devam edecekti. Rüzgar Saçlı Kız, yerin onlarca metre altında öylece hareket eden o trenin içinde bütün bunları düşünüp, hayal kurarken; bir anda kulakalrı adeta sağır eden çok korkunç bir patlama sesi duyuldu. Herşey ama herşey bir anda olup bitmişti. Londra merkezli bu korkunç saldırıyı başka başka saldırılar ve patlamalar takip etti. Londra şehir merkezi, böylesine korkunç ve böylesine eş zamanlı bir terör saldırısıyla ilk defa karşılaşıyordu. Çünkü daha önce yapılan saldırılarda hem yer bildirimi vardı ve hemde zaman bildirimi vardı. Ve bundan dolayı da herhangi bir can kaybı pek yaşanmamıştı. Ama bu seferki saldırılar hem çokacımasızdı ve hemde çok korkunçtu. Saldırıların çoğu yer altındaki o tenlerde yaşandığı için olsa gerek; yer üstündeki trafik hala sorunsuz bir şekilde devam edip gitmekteydi. Fakat biraz sonra olay duyulur duyulmaz hemen polis arabaları, ambulanslar, ilk yardım ekipleri, itfaiye gibi yangın söndürme araçları devreye girince; Londra merkezindeki o trafik akışı da yavaş yavaş kilitlenmeye başlamış ve her bir anda felç olmuştu.

Özellikle de Londra metrosunu hedef alan Al-Qaeda baplantılı bu terör saldırıları; bir takım haber kanallarına ilk  defa düştüğünde Rüzgar Saçlı Kız’ın o iyi kalpli annesi hala akşamdan kalma temizlik işleriyle meşguldü. Dün geceki o kutlama partisinden sonra evin her yeri adeta birbirine girmişti. Ama olsun, o biricik kızı için ve onun o mutluluğu için herşeye katlanmaya değerdi. Çünkü o dünyalar güzeli kızı; adeta onun varlık nedeniydi ve yaşam sebebiydi. Evin o iyi kalpli annesi bir yandan temizlik işleriyle meşgulken, bir diğer yandan ise açık bırakmış olduğu televizyondan bazen Aldgate, bazen Adgware Road, bazen Liverpool Street ve bazende King’s Cross Underground Station gibi bir takım önemli yerlerden bahsedildiğini duymaktaydı. Televizyon kanalının heyecanlı bir şekilde vermeye çalıştığı o haberler en sonunda evin annesinin de dikkatini çekmişti. Kadın, ne oluyor gibisinden heyecanlanıp temizliğe ara verdikten sonra gelip televizyonun karşısına oturdu ve oradan verilen o haberlere odaklanmaya başladı.

Televizyonda verilen haberlerde; Londra merkezinde düzenlenen bir dizi terör saldırısından bahsediliyordu. Gerek haberlerin veriliş şekli ve gereksede olası bir terör saldırısından bahsedilmesi evin annesinde biraz telaşa ve birazda korkuya yol açtı.  Ve bir anda aklına biricik kızı geldi. Korku dolu, endişe dolu bir takım düşünceler bütün bir bedenini sardı. Kalbi duracak gibi oldu, hızlı hızlı nefes alıp vermeye başladı. Endişeli bir ses tonuyla kendi kendisine bir takım sorular sormaya başladı. Ve o panik içerisinde biraz ötede masanın üstünde öylece duran o telefona yöneldi. Titremekte olan elleriyle kızının telefon numarasını çevirmeye başladı. Karşı taraftan herhangi bir yanıt alamayınca bir daha, bir daha çevirip aramaya devam etti. Ama bir türlü ona ulaşamıyordu işte ve o varlık nedeni sevgili kızı o telefonunu açmıyordu işte. Evin annesinin bütün o ısrarlı aramaları yanıtsız kalınca; çaresiz bir şekilde gidip oradaki bir koltuğa öylece yığılıverdi. Ve o anda sanki zaman onun için durmuş gibiydi.

Londra merkezindeki bazı metroları hedef alan o terör saldırılarından biriside King’s Cross Underground Station’da bulunan o trenlerden birisinin içinde gerçekleştirilmişti. Saldırının yapıldığı o olay yerine ilk giren kişi, yine aynı tren istesyonunda çalışan bir güvenlik görevlisiydi. Adam bombalı saldırının düzenlendiği o tren kompartmanının yanına vardığında; kapının hemen girişinde kanlar içinde öylece yerde yüzü koyun yatan genç bir kızı farketti. Ve belkide yaşıyor ümidiyle yanına gidip onu kontrol ettiğinde söz konusu o genç bayanın hayatını kaybetmiş olduğunu farketti. Kompartmanın her yanı o şiddetli patlamadan dolayı adeta kan gölüne dönmüştü. Bütün kapılar, camlar ve koltuklar tamamen kırılıp, paramparça olmuştu. Yerlerde hayatını kaybetmiş birçok insan vardı. Bir yanda yaralı insanlar, bir yanda yardım bekleyen insanlar, bir korkuya kapılmış insanlar ve bir diğer yandada hala o korkunç olayın şokunu yaşayan insanlar. Adına terör denilen o korkunç şey; bu seferde Londra’nın merkezinde o zalim yüzünü göstermişti. Ve o şeytani planı devreye sokmuştu işte.

Çok kısa bir süre içinde olay bölgesine ulaşan yardım görevlileri sayesinde orada yaşanan o karışıklık, o kaos hali biraz olsun kontrol altına alınmıştı. Bir yandan ağır yaralılar sedyeyle dışarı taşınırken, bir yandan da yarası hafif olanlar ayakta tedavi ediliyordu. Ve o sırada bir telefon sesi duyuldu. Olay bölgesine ilk ulaşan o güvenlik görevlisi hemen sesin geldiği o yere doğru yönelince; sesin biraz önce kapı girişinde kontrol ettiği o genç bayanın elinde öylece sıkı bir şekilde tutmuş olduğu o çantadan geldiğini farketti. Adam, kendisine verilen o görevi çok iyi biliyordu ve o anda o çantaya dokunmaması gerektiğini de çok iyi biliyordu. Fakat telefonun ısrarlı bir şekilde çalması üzerine adam daha fazla dayanamadı ve hemen gidip çantanın içinden o telefonu çıkarıp açtı. Karşıdaki kişinin yerde öylece yatan ve o terör saldırısından dolayı hayatını kaybetmiş olan o genç kızın annesi olduğunu öğrenen o güvenlik görevlisi o anda ne yapacağını şaşırdı, ne söyleyeceğini şaşırdı ve anneye ne diyeceğini şaşırdı. Annenin adeta o ağlamaklı ses tonu karşısında ve o ısrarlı soruları karşısında daha fazla dayanamayan güvenlik görevlisi ister istemez ona gerçeği anlatmak zorunda kaldı. O anda derin bir sessizlik oldu ve anne için sanki zaman durdu.

Güvenlik görevlisi elinde tutmuş olduğu o telefonu kapattıktan sonra kendi işine dönüyordu ki; işte o anda çok tuhaf bir şey oldu ve tren kompartmanının içi rengarenk bir sis bulutu kapladı. Ve birkaç dakika süren o acayip renkteki sis bulutu dağıldığında ve herşey yine eski haline döndüğünde; orada o kapı girişinde yerde öyle yatan o genç kız artık orada değildi. Adam, biraz önce eline almış olduğu o cep telefonunu yeniden o genç kızın çantasına koymak için geri döndüğünde; o genç kızın artık orada olmadığını farkedince büyük bir şaşkınlık içinde kendi kendisine:”Aman tanrım! Orada öylece yerde yatan o genç kıza ne oldu? Birdenbire nasıl yok olur? Birkaç dakika içinde ne oldu da o genç kız adeta kayıplara karışır? Yoksa ben hayl mi gördüm? O tuhaf renkteki sis bulutuda neydi öyle? O tuhaf rüzgarda nerden çıkmıştı öyle? Yerin onlarca metre altında o rüzgarın ne işi vardı? Ben şimdi bütün bu gördüklerim karşısında amirlerime ne diyeceğim? Şu an elimde o genç bayana ait sadece bir telefon var. Ve o genç bayanın varlığına dair ve onun bir anda öylece ortadan yok olmasına dair; bn kime ne söyleyeceğim, ne anlatacağım. Gördüklerimi anlatsam da hiç kimse bana inanmaz ve beni hayal görmekle suçlayabilirler. Çünkü orada genç bayana ait sadece bir telefon var. En iyisi şimdilik susmak ve gtördüklerimi de şimfdilik kendime saklamak” diye söylendi ve bir suskunluk süreci içine girdi.