Rüzgar Saçlı Kız

Şafak tanrıçası Eas ve Titan tanrısı Astrarus’un oğlu olan Boreas; kuzey rüzgarları tanrısıdır. Boreas artık kendi kontrolü altındaki o meşhur kuzey rüzgarlarını eskisi gibi kontrol etmekte ve onlara istediği gibi yön vermekte epeyce bir zorlanmaktadır. Bu duruma bir son vermek için rüzgar tanrıçası Alkyone ‘ye başvurarak onun fikrini almak ister. Aralarında yaptıkları toplantıdan sonra Boreas hemen o rüzgarların bekçisi Eolo’yu huzuruna çağırır. Ve ona şöylesi bir emirde bulunur:

“Ey benim emrim altındaki rüzgarların bekçisi Eolo! Sende çok iyi biliyorsun ki; artık o kuzey rüzgarlarını eskisi gibi kontrol edemiyorum. Ve emrim altındaki o rüzgarlara istediğim gibi yön veremiyorum. Ve artık o hayat dolu yaşam rüzgarlarım dünyanın dört bir tarafına aynı hızla ulaşamıyor. O fırtına tanrısı Thyphon’da bu durumu fırsat bilerek  gücüne güç katmakta ve aşağıda herşeyi adeta yerle bir etmekteymiş. Ve bütün bunlar yetmiyormuş gibi; birde o para hırsıyla adeta yanı potutuşan insanların o sonu gelmez arzuları veya istemlewri yüzünden doğanın dengesi daha da bir bozuldu. İcat ettikleri o fabrikalarında, o arabalarından adeta ölöüm kusarak dünyayı bir felakete sürüklediler, küresel ısınmaya yol açtılar, iklim değişikliğine sebep oldular ve cehennem vari bir dünya meydana getirdiler.

Ey benim emrim altındaki o rüzgarların bekçisi Eolo! Şimdi git bütün dünyayı karış karış dolaş ve aşağıda bana güç verecek ve o güney rüzgarlarını kontrol ederek bana yardım edecek  bir kız çocuğu bul. Şöyle saçları altın renginde olan ve o güzelim saçları karanlık gecelerde bile ışılışıl parlayan bir kız çocuğu bul, bir prenses bul. Her rüzgar çıktığında o güzelim sapsarı saçları öylece özgür bir şekilde dalgalanan o şanslı prensesi bulduğunda da; sana vereceğim şu sihirli iksiri hemen onun o altın rengindeki saçlarına bir güzel sür. Ve böylelikle de onun o güzelim saçları her yeni rüzgar çıktığında daha bir uzayacak, daha bir güçlü hale gelecek. Bu sayede de onun o sihir yüklü saçları, o rüzgarlara karışarak dünyanın dört bir yanına dağılarak o zalim Thyphon’un çıkarmış olduğu o fırtınalara yakalanan insanlara adeta bir can simiti olacak.

Ey o çılgın rüzgarların bekçisi Eolo! Ey benim sevgili dostum Eolo! Şimdi git ve sana belitmiş olduğum bu özelliklere sahip bir kız çocuğunu bul, o şanslı prensesi bul ve o güney rüzgarlarının o yeni tanrıçasını bul. Ve onu bulduğunda da bu sihirli iksiri hemen onun o altın rengindeki o güzelim saçlarına bir güzel sür. Bütün bu işleri yaptıktan sonra da bize haber ver.”

Kuzey rüzgarları tanrısı Boreas’tan ve rüzgar tanrıçası Alkyone’den bu emirleri alan rüzgarların bekçisi Eolo hemen aşağıya iner ve dünyanın dört bir yanında Boreas’ın söylemiş olduğu o altın renginde saçlara sahip o kız çocuğunu aramaya başlar. Gece gündüz hiç durup dinlenmeden bütün bir dünyayı adeta karış karış dolaşan Eolo; binlerce altın renginde saçlara sahip kız çocuğuna rastlasa da yine Boreas’ın tarif ettiği o şanslı prensesi bir türlü bulamaz. Günlerce , haftalarca hatta aylaca o güzel kız çocuğunu arayan o iyi kalpli Eolo artık çok yorulmuştur. Ve ümidini kaybetmek üzeredir. Bir çeşit görünmealik zırhına büründüğü için heryere çok rahatlıkla girip çıkan Eolo, Londra üzerinde dolaşırken birden aşağıda dikkatini çeken bir parkta dinlenmek ister ve hemen o  görünmezlik zırhına bürünerek o parka iner ve bir bankta öylece dinlenmeye koyulur.

Park hem çok güzeldir  ve hemde insanlarla doludur. Bir yandan spor yapan insanlar bir yanda çimlerde güneşlenen insanlar bir yyanda köpeğini gezdiren insanlar bir yanda çocuk parkında oyun oynayan çocuklar ve bir yanda da kendi aralaarında sohbet eden insanlar.  Parkın ko rengarenk hali, o yaşam dolu hali; bizim o iyi kalpli Eolo’yu çok mutlu etmiştir. Bir süre orada o gizem dolu parkta dinlenmeye koyulan Eolo; bir ara iki kadının kendi aralarında yeni doğmuş bir kız çocuğundan söz ettiklerini duyunca çok heyecanlanır.  Çünkü kadınlardan birinin anlattığına göre o yeni doğan kız çocuğunun saçları adeta altın gibi sapsarıymış ve karanlıkta bile ışılışıl parlamaktaymış. Ve diğer kadın da bu durumu merak edip söz konusu o kız çocuğunu  görmek isteyince o iki kadın o eve gitmeye karar verdiklerinde bizim bekçi Eolo da gizlice onları takip eder.

Kadınlar evin kapısını çalıp eve girdiklerinde ve evin annesiyle sohbete başladıklarında bu durumu fırsat bilen Eolo’da hemen içeri süzülüp daha yeni doğmuş olan o kız çocuğunun  uyumakta olduğu yatak odasına girer. Rüzgarlar bekçisi Eolo gerçekten de orada o odadaki beşiğin içinde öylece uyuyan o güzel kız çocuğunu gördüğünde ve onun o altın rengindeki saçlarını gördüğünde çok heyecanlanır ve kendi kendisine “ Bizim kuzey rüzgarları tanrısı Boreas’ın aradığı o rüzgar saçlı kız o güney rüzgarları tanrıçası bu olmalı. Şu sapsarı saçları nasıl da altın gibi parıl parlıyor. Aylardan beri aramış olduğun o altın saçlı kız mutlaka bu olamlı.  Dünyada gezip dolaşmadığım yer neredey6se kamadı. Saçları sapsarı olan onca kız çocuğu8 gördüm, ama böylesine altın rengi saçlara sahip bir kız çocuğunu ilk defa görüyorum. Adeta bir prenses gibi öylece uyuyanbu dünyalar güzeli kız çocuğu daha şimdidan beni böylesine büyülediyse, eğer; bizim kuzey rüzgarları tanrısı Boreas’ı da mutlaka büyüleyecekti. “ Dedikten sonra, o an da kararını verip Boreas’ın kendisine vermiş olduğu o sihirli iksiri beşikte öylece uyuyan o güzelim kız çocuğunun, o altın rengindeki saçlarına bir güzel sürer ve hemen oradan uzaklaşır.

Kendisine verilen o kutsal vazifeyi en iyi bir şekilde yerine getirsdiğini düşünen Eolo, bu durumu hemen kuzey rüzgarları tanrısı Bores’a iletmek için yukarıya onun o muhteşem mekanına çıkar.  Onu oırada Boreas ve rüzgarlar tanrıçası Alkyone büyük bir sabırsızlıkla beklemektedirller. Rüzgarların bekçisi Eolo olan biten her şeyi en ince ayrıntısına kadar bir güzel anlatır. Böylessine güzel bir haberi alan Boreas ve Alky76one çok sevinirler ve çok mutlu olurlar. Boreas böylesine mutlulk verici bir haberden sonra, artık o zalim fırtına tanrısı Tayphon’a karşı daha da bir güçlendiğini düşünür. Çünkü bu yeni doğan kız çocuğu onun o zyıflamış olan gücüne yeni bir güç katacaktır. Ve artık kendi emri altındaki o kuzey rüzgarlarının yanında, bir de bu yeni doğan kızın yönetipde bir güzel kontrol ettiği bir güney rüzgarları olacaktır.

Rüzgarların bekçisi Eolo, yeni doğan kız çocuğunun o güzelim saçlarını öylesine övüp, metheder ki; bizim Boreas ve Alkyone hemen o şanslı kız çocuğunu görmek isterler. En çokta o iyi kalpli rüzgar tanrıçası Alkyone meraklanır ve kendisine bir arkadaş geleceği için çok sevinir. Boreas ve Alkyone yanlarında doğum hediyesi olarak bir altın tarak, bir altın makas , bir altın çerçeveli ayna, bir çift altından yapılmış saç tokası, bir çift altın küpe ve güney rüzgarlarını kontrol edip yöneteceği bir altın kolye alarak yola koyulurlar. Önde rüzgarların bekçisi Eolo, hemen ardından da Boreas ve Alkyone olduğu halde bir süre yol alırlar. Epey büyük bir şehrin üzerinde bir tur attıktan sonra adına Shoreditch Park denilen bir parkın üzerine geldiklerinde Eolo hemen varacakları o binayı tarif eder.

Kinder House adındaki o binanın önüne geldiklerinde onların önünde iki seçenek vardır. Ya şimdi olduğu gibi görünmeden o eve girip, yanlarında getirdikleri o güzelim hediyeleri o kız çocuğuna gizlice sunacaklardır; yada bir insan kılığına bürünerek o evi ve o evin annesini bir güzel ziyaret ettikten sonra yanlarındaki hediyeleri ogüzelim kız çocuğuna bir güzel sunacaklardır. Bir süre kendi aralarında görüştükten sonra, bir insan kılığına bürünerek ve bir çocuk dergisi adına sekiz nolu o evin kapısını bir güzel çalarlar. Evin annesi kapıyı açıpta karşısında daha önceden hiç görmediği üç kişiyi görünce biraz şaşırır. O şaşkınlık anında Boreas hemen devreye girerek:”Efendim, öncelikli olarak çıkarmış olduğumuz bir çocuk dergisi adına şuan sizi ziyaret ettiğimizi söylemek isterim. Ve böylesine habersiz geldiğimiz içinde dergimiz adına sizden özür dileriz. Duyduk ki dünyalar kadar güzel bir kız çocuğunuz olmuş. Ve yine derler ki, onun o sapsarı saçları gece karanlığında bile adeta altın gibi öylesine ışıl ışıl parlamaktaymış.Eğer izin verirseniz dergimiz adına o güzel kızınızı götürüp birkaç fotografını çekmek isteriz ve ona yanımızda getirmiş olduğumuz o güzelim hediyeleri sunmak isteriz” diye bir açıklamada bulununca, evin annesi de bu istek karşısında onları içeri kabul eder.

Evin annesini daha fazla ürkütmemek için ve onun gönlünü almak için bir süre onunla sohbet eden bu esrarengiz kişiler; daha sonra evin annesinden izin alarak bitişik odada öylece uyumakta olan o Rüzgar Saçlı Kız’ın yanına girerler. Gerçekten de orada, o rengarenk oyuncaklarla süslenmiş beşiğin içinde adeta bir masal prensesi uyumaktadır. O anda gerek Boreas ve gereksede Alkyone çok mutludurlar ve böylesine güzel, böylesine masalımsı bir kız çocuğunu dünyaya getirdiği içinde o evi annesini bir güzel kutlayıp tebrik ederler. Alkyone o pamuk gibi yumuşak elleriyle orada, o beşikte öylesine uyumakta olan  masal prensesini, o altın rengindeki saçlarına dokunur ve o güzelim saçlarını bir güzel okşar. Alkyone bu hareketiyle de o saçlara daha da bir güç katar ve onları daha da bir ölünsüz kılar.

Boreas ise ynalrında getirmiş oldukları o güzelim hediyeleri evin annesine sunduktan sonra, eğilip o şanslı prensesin kulağına gizemli birşeyler fısıldar. Boreas’ın bu gizem dolu sözlerinde o dünyalar güzeli prensesin artık o güney rüzgarlarının tanrıçası olduğuna dair bir takım işaretler vardır, bir takım şifre dolu mesajlar vardır. Herşey artık yerli yerine oturmuştur ve o anda beşikte uyuyan o kız çocuğu da artık o güney rüzgarlarının yeni kraliçesi, yeni tanrıçası ilan edilmiştir. Ve o kız çocuğu onsekiz yaşına geldiğinde de ; bütün o güney rüzgarlarının kontrolü tamamen ona verilecektir. Ve diğer bir yandan onun o sihir dolu sapsarı saçları her geçen gün daha da bir güölenip uzayarak o rüzgarlara karışacak ve yardım talebinde bulunan insanlara adeta bir kurtarıcı olacaktır. Boreas söz konusu o kız çocuğunu onsekiz yaşına gelene kadar oluşacak bir takım tehlikelerden korunması için o rüzgarlar bekçisi Eolo’yu görevlendirir.  Çünkü o artık bir tanrıçadır ve onu o zalim fırtına tanrısı Thyphon’un o tuzaklarından, o oyunlarından mutlaka korumak gerekmektedir.

Ve artık verilmek istenen mesaj bir güzel verilmiştir ve o kutsal görevde en iyi bir şekilde tamamlanmıştır. Boreas ve Alkyone bizim o sadık rüzgarlar bekçisi Eolo’yu yine görünmez kılıp o evde bıraktıktan sonra oradan ayrılırlar. Boreas kendisine bir yardımcı bulduğu için mutludur, Alkyone ise kendisine bir arkadaş bulduğu için mutludur. Evin annesi de kendisine sunulan o güzelim hediyeleri gördükten sonra hem şaşırdı hemde çok mutlu oldu. Sözde bir dergi adına geldiklerini söyleyen o insanlardan; böylesine anlamlı ve böylesine değerli hediyelerin kendi kızına sunulmasına da hiçbir anlam veremedi. Gerçekten o insanlar bir dergi adına mı  kendisini ziyarete gelmişlerdi, yoksa orta bir sır, bir gizem mi vardı. Böylesine sürpriz bir ziyarette herşey sanki daha da bir bilinmezliğe bürünmüştü ve daha da bir soru yumağına dönmüştü. Ve evin annesinin bütün bunları cevaplayacak ne bir birikimi vardı ne de bir bilgisi vardı.

Büyüyüp özgür bir kız olana kadar ayaklarının üzerinde tek basına durana kadar; bizim o vefakar Eolo’nun yakın koruması altında ve gözetimi altında yaşayacak olan o Rüzgar Saçlı Kız, artık bundan böyle güney rüzgarlarının tanrıçası olarak yoluna devam edecekti. Ve o günden sonra Rüzgar Saçlı Kız’ın gerek o masalımsı güzelliğini duyanlar ve gereksede onun o altın rengindeki sapsarı saçlarını merak edenler; artık birbir Kinder House’un o 8 nolu kapısını çalmaya başladılar. Eskiden hiç kapısı çalınmayan o ev, şimdi insanlarla dolup taşıyordu ve sanki bir çılgınlık hali bütün insanları öylece sarıp sarmalamıştı. Evin dört bir yanı getirmiş oldukarı o güzelim hediyelerle adeta dolup taşmıştı. Ve derler ki; her yeni doğan çocuk kendi kaderiyle, kendi şansıyla ve kendi alın yazısıyla doğarmış. Gerçekten de bu seferde öyle olmuştu ve Kinder House’nin o 8 nolu evinde doğan o dünyalar güzeli kız çocuğuda kendi kaderiyle, kendi şansıyla ve kendi alın yazısıyla bu dünyaya merhaba demişti.

Evin o iyi kalpli annesi büyük bir mutluluk içinde bir yandan o güzel kızını sevip okşarken ve ona niniler söylerken, bir diğer yandan da Boreas ve Alkyone’nin kendisine sunmuş olduğu o altın tarak ile onun o güzelim saçlarını bir güzel tarayıp durmaktaydı. O ilk günler ve haftalar gerçekten de çok güzeldi, çok yoğundu, çok masalımsıydı ve çok heyecan vericiydi. Adeta bir masal gibi geçen o günlerde biricik kızının o ilk banyosu, ona söylemiş o ilk ninni, o ilk şarkı, o ilk hikaye, o ilk masal ve o ilk evden beraberce dışarı çıkış. Günler günleri, haftalar haftaları, aylar ayları, mevsimler mevsimleri kovaladı ve bizim oRüzgar Saçlı Kız’ımız o ilk doğum gününü en güzel bir şekilde kutladı. Bizim o dünyalar güzeli Rüzgar Saçlı Kız’ın o ilk doğum gününden hem Boreas’ın ve hemde Alkyone’yi ahberdar eden Eolo; onlarında bu doğum gününe katılamalarını sağladı. O ilk doğum gününde bir çok anı yaşandı, birçok mutluluk yaşandı ve birçok fotograf çekildi. Ve bunu başka doğum günü kutlamaları derken; bizim Rüzgar Saçlı Kız’ımız giderek büyümekteydi. Fakat bir diğer yandan ise onun sihirli iksrle beslenmiş olan o güzelim saçları da sanki daha da bir hızla büyümekteydi ve uzmaktaydı. Ve özellikle de o rüzgarlı havalarda, o fırtınalı günlerde onun o sihirli saçları daha bir hızla büyümekteydi.

Evin annesi bütün bunlara bir anlam veremiyordu. Ve son çare olarak bazen Boreas’ına ilk ziyarette kendisine hediye etmiş olduğu o altın makasla; kızının o güzelim sapsarı saçlarını kesip bir yerde saklıyordu. Kızının okula başladığı o ilk dönemlerde gerek okul arkadaşlarının, gereksede okuldaki öğretmenlerin, onun saçlarındaki o tuhaflığı, o acayipliği görüpte farketmemeleri içinde, yine Boreas’ın kendisine vermiş olduğu o altın tokalarla kızının o güzelim saçlarını sıkı sıkıya bağlıyordu. Rüzgar Saçlı Kız’ın saçlarındaki o sır evin o iyi kalpli annesi tarafından yıllarca saklandı. Evin babasının bile bu işten herhangi bir bilgisi veya herhangi bir haberi dahi yoktu. Hiçkimse bizim Rüzgar Saçlı Kız’ın saçlarındaki o sırrı, o gizemi bilemedi ve duymadı.

Bazı fırtınalı günlerde ve gecelerde Rüzgar Saçlı Kız’ın o sihirli saçları bazen birkaç metre uzadığı bile oluyordu. Rüzgarın çıkardığı o ses; sanki onun o gizem dolu saçlarına bir enerji veriyor gibiydi, bir canlılık veriyor gibiydi ve sanki bir orkestra eşliğinde o güzelim saçlar öylece havalanıp o rüzgarlara karışıyor gibiydi. Bazı geceler bizim Rüzgar Saçlı Kız’ımız kendi yatak odasında bir güzel uyurken ve renkli rüyalara bir güzel dalmışken; onun o sapsarı saçları birden canlanıyor ve açık bulduğu o pencere aralığından dışarıya uzayarak öylece rüzgarlara karışıp dünyanın dört bir yanına dağılıyordu. Ve o anda zalim Thyphon’un çıkarmış olduğu o korkunç fırtınalarda yaşam mücadelesi veren o insanlarda; adeta rüzgarlara karışan o saçlara bir güzel tutunarak hayatta kalabiliyorlardı. Ve bizim o Rüzgar Saçlı Kız’ımızın bütün bu olan bitenlerden haberi dahi olmuyordu ve daha henüz saçlarındaki o gizemi, o gücü kendisi dahi bilmiyordu. Çünkü sabah olup uyandığında onun o sihir dolu saçları yine eski haline dönüyordu. Ve o sadece saçlarının neden öyle hızla uzadığına ve bazı geceler saçlarının neden öyle kirlenip ıslak kaldığına birbirlerine karıştığına bir anlam veremiyordu.

Ve böylece yılla yıları kovaladı. Ve o dünyalar güzeli Rüzgar Saçlı Kız’ımız çok çalışkan bir öğrenci olarak; önüne koymuş olduğu o hedeflere ulaşmak için sınıfları bir bir geçti. Lider özelliklere sahip bir öğrenci olarak okuldaki diğer öğrenci arkadaşları tarafından *adeta parmakla gösteriliyordu. Rüzgarlar bekçişi Eolo tarafından hala koruma altında olan Rüzgar Saçlı Kız’ın tıpkı saçlarında olduğu gibi; bütün bir bedenine de sanki bir sihir, bir ruh ve sonsuz bir enerji üflenmiş gibiydi. Onun bu kadar bilgili olması, bu kadar enerjik olması ve bu kadar sevgi dolu olması gerçektende şaşılacak bir şekilde çevresinde bulunan herkesin dikkatini çekiyordu. Hareketleri, davranışları, saygılı oluşu, yardımseverliği, oturuşu, kalkışı, yemek yeme şekli, seçiciliği, özenli olma hali, şıklığı, giyinişi, temizliğe önem verişi, sadeliğe değer verişi, saç bağlama şekli, gözlerindeki o anlam dolu ifade, yüzündeki o tebessüm hali, yolda yürüyüşü, ders dinleme şekli, hemen kavrama hali, ezber kabiliyeti, konuşmalardaki o hakimiyet, karşısındakini hemen etkileyip kendine hayran bırakması, herkese eşit düzeydeki yaklaşımı ve birçok spor dalındaki başarıları; onun ne kadarda farklı olduğuna dair ve ne kadarda değişik yeteneklere sahip bir kız olduğuna dair bir takım işaretleri yakın çevresindeki o insanlara vermekteydi.

Ve ayrıca Rüzgar Saçlı Kız, okul dışında yapmış olduğu o spor faaliyetlerinde bazen ani bie fırtına çıktığında saçlarındaki o tokalarddan biri o esnada biraz çözülüpgevşediğinde; onun özgür kalan o sihirli saçları bir anda uzayıp dört bir yana savruluyordu. Ortaya çıkan fırtınanın şiddetine göre adetauzayıp kısalan o saçlardaki gizemi görenler öylece şaşırıp kalıyorlardı. O anda kimileri hayal gördüklerini düşünüyorlardı, kimileri bu işte bir tuhaflık var diyordu, kimileri saçlarına kaynak yaptığını düşünüyordu, kimileri de o saçlarda mutlaka bir sır, bir gizm var diye kendi kendilerine fikir yürütüyorlardı. Ve bizim Rüzgar Saçlı Kız’da saçlarındaki o gizemi daha çok kişi görmesin diye hemen saçlarını toplayıp evine dönüyordu.

Ortada çözülmesi gereken bir sorun vardı. Altından yapılmış o taraklar, makaslar, aynalar, küpeler, tokalar, kolyeler ve bazı fırtınalı günlerde öylece uzayıp duran o saçlar. Ve bir diğer yanda ise kendilerini ziyarete gelen ve bütün bu objeleri kendilerine hediye eden o tuhaf görünümlü üç kişi. Evin annesi ile o biricik kızı bütün bu olanlara sağlıklı bir cevap bulamıyorlardı ve bir bilinmezlik içinde öylece bekleşip duruyorlardı. Ve bir doğum gününde evin annesi, o çok sevgili kızına bir bisiklet satın alıp hediye etti. Bisikleti gören Rüzgar Saçlı Kız o heyecan içerisinde kendisini evin dışına attı. Hemen mahalledeki diğer arkadaşlarına haber vererek; onlarla o gizem dolu Shoreditch Park içinde amansız bir bisiklet yarışına girdi. Ve bu amansız yarışı izleyenlerden birisi de bizim o Veysel Babaydı. Uzunca bir süreden beridir ve kapanan Veysel Baba ogün biraz dolaşmak için dışarı çıktığında; bisikletli birkaç kıza rastladı. Kızlar o anda müthiş bir yarış içindeydiler ve en önde o güzelim sapsarı saçları öylece rüzgarda dalgalanan o kızı gördüğünde sanki büyülenmiş gibi öylece donup kaldı. O sarı saçlı kız sanki masallardaki bir prensese benziyordu ve sanki bir rüya aleminden çıkıpta buralara gelmiş gibiydi. Sanki bütün güzellikler bu kızda toplanmış gibiydi.

Veysel Baba, o anda bütün bunları düşünürken o sırada ani bir rüzgar çıkınca Rüzgar Saçlı Kız’ın güzelim saçları yine çözüldü ve rüzgarlara karışarak dört bir yana savruldu. O sarı saçlar rüzgarla birlikte uzadıkça uzadı ve çok kısa bir süre içinde birkaç metreyi buldu. Parkın bir yanında oturan ve heyecanlı bir şekilde kızların o bisiklet yarışını bir güzel izlemekte olan Veysel Baba; en öndeki o kızın o sapsarı saçlarının nasıl olurda bir anda öyle uzadığına ve birkaç metreyi bulduğuna bir anlam veremedi. Ve o anda tıpkı diğerleri gibi hayal gördüğünü düşünüp evine döndü. Adam eve geldiğinde hemen o meşhur fötr şapkasını başından çıkardı ve o anda bir tel sarı saçın gelipte fötr şapkasına bir güzel takılıverdiğini gördü. Ve kendi kendine:”Bu bir tel sarı saç; o güzel kızdan, o masal prensesinden bana bir hatıra olsa gerek.ve bu bir tel sarı saç; belki bana bir mesaj olsa gerek” diyerek o bir tel sarı saçı götürüp en sevdiği o masal kitaplarından birinin o sayfaları arasına koydu. Çünkü masallardaki o prensesler kadar güzel olan o kıza ait o bir tel sarı saçın konulupta, saklanacağı en güzel yer yine o masal kitaplarından biri olmalıydı ve öylede oldu.