Sırlar Açığa Çıkıyor-1

Bir çiftlik evi rüyasını gerçekleştiren Veysel Bava ile o sevili tilki dostları Londra’ya geri döndükten sonra artık daha bir mutluydular ve daha bir huzur doluydular. Birkaç hafta sonra Londra dışındaki o çiftlik evine taşınacakları için hepside çok heycanlıydı ve bir o kadarda sabırsızdı. Bir yanda doğup büyüdükleri ve içinde koşup oynadıkları o güzelim Shoreditch Park, bir diğer yanda ise yeni satın aldıkları o rüya gibi, o masal gibi çiftlik evi. Ortaya çıkan bu yeni durumu kabullenmek gerçektende çok zordu. Fakat bir şekildede olsa bu yeni karara uymaları gerekiyordu. Çünkü ortada onların ve o yeni doğacak olan yavrularının o mutlu dolu geleceği vardı, o sevgi dolu geleceği vardı.

Veysel Baba  ile o sevgili tilki dostları bu düşünce içerisinde yine aynı ders programlarına devam ettiler. Ve her hafta sonu o Shoreditch parkta buluşup o güzelim arkadaşlıklarını, o sevgi dolu dostluklarını daha da bir sağlam kıldılar. Herşey çok güzel bir şekilde sürüp giderken; birden bire bizim o Veysel Baba’nın evinin etrafında daha önceden hiç görmediği bir takım mafya tipli adamlar belirmeye başladı. Eski siyasi dönemlerinde bu tip sahnelere alışkın olan ve böylesi konularda çok deneyimli olan Veysel Baba; birden bire ortaya çıkan o mafya tipli adamların kendisini takip ettiklerini hemen anlamıştı. Bütün gün o taksilerin içinde öylece oturan ve kendisini takip ettiğini düşündüğü o tuhaf görünümlü adamlar acaba neyin peşindeydiler? Yoksa yıllar önce bu parkta o İrlandalı tarafından kendisine emanet edilmiş olan o kirli paranon peşine mi düşmüşlerdi? O emanet paranın asıl sahibi olan bu mafya bozuntuları heralde cezaevinden yeni çıkmış olmalıydılar. Öyle olsa bile bu insanlar söz konusu o emanet paranın o İrlandalı adam tarafından kendisine teslim edildiğini nereden biliyorlardı? Emanet paranın kendisinde olduğunu onlara kim söylemişti veya onlar bu bilgiye nasıl ulaşmışlardı? Herşey şimdilik tam bir muamma gibiydi ve insanın uykusunu kaçıracak kadar da rahatsız ediciydi.

Veysel Baba endişeli bir şekilde o haftaki görüşmesine gittiğinde o sevgi dolu Sessiz Ayak bunun nedenini sordu. Veyse Baba da çok uzun yıllar önce yine bu parkın içinde yaşadığı oolayı en başından, en sonuna kadar bir bir anlattı ve o emanet paranın asıl sahipleri olduğunu düşündüğü o kişilerin son birkaç gündür evinin etrafında aeta kamp kurduklarını açıkladı. Hayatının tehlikede olduğunu düşünüyordu ve bundan dolayı da o emanet paranın asıl sahipleri olan o kişilere mutlaka verilmesi gerekiyordu. Fkat ortada çok büyük bir sorun vardı ve çok uzun yıllar öncesinde bir gece vakti getiripte bu parkın bir yerine gömdüğü o paranın yerini tam olarak tahmin edemiyordu. Çünkü o dönemlerde bir arkadaşının daveti üzerine Londra dışındaki bir sahil beldesinde bir programa katılmış ve birkaç hafta sonra Londra’ya geriş döndüğünde o eski Shoreditch Park adeta bir baştan, bir diğer başa kadar yenilenmişti. Parkın içindeki birçok ağaç sökülmüş, birçok yeni ağaç dikilmiş, eski yollar iptal edilmiş, yeni bir takım bisiklet yolları yapılmış ve parka yepyeni bir şekil, bir dizayn verilmişti. Ve hala onlarca araç parkın içinde çalışıp durmaktaydı. Park artık o eski halini tamamen kaybetmişti ve o eski halinden eser kalmamıştı. Parkın o yeni halini gören Veysel Baba’yı da hemen bir korku, bir endişe sarmıştı. Ya o yeni inşaat süreci içinde o parkta çalışan işçilerden biri tesadüfen de olsa onun oraya gömdüğü o emanet paraya rastlamış olabilirmiydi? Böylesine tehlikeli ve böylesine baş ağrıtabilecek bir ihtimali düşünmek istemeyen Veysel Baba; bir gece vakti kazmayı küreyi yanına alarak o Shoreditch Park’ıon yolunu tutmuş ve büyük bir telaş içerisinde birkaç yeri kazsa da söz konusu o emanet paraya bir türlü ulaşamamıştı. Daha sonraki günlerde de aramaya devam eden Veysel Baba, o aramalarından herhangi bir sonuç elde edemeyince en nihayetinde o arama işinden vazgeçmişti.

Veysel Baba’nın adeta gözyaşları içinde anlattığı o olayı en ince ayrıntısına kadar dinleyen bütün tilki dostlar ve Sessiz Ayak çok hüzünlenmişlerdi. Fakat bir diğer yandan ise bizim o iyi kalpli dostumuz Sessiz Ayak, bütün o olan biten hakkında ve Veysel Baba’nın o emanet paraya dair anlattıkları hakkında birçok bilgiye sahipti. Çünkü bu gizem dolu parkın asıl sahibi oydu ve bu parkta olan biten hakkında en derin bilgilere sahip olan da yine oydu. Ve ayrıca o emanet paranın bizim Veysel Baba’ya teslim edildiği o gece Sessiz Ayak yine oradaydı. Ve daha sonrakı bir zamanda da o emanet paranın bizim Veysel Baba tarafından o parkın bir yerine gömüldüğü o gecede, orada olan biteni çok dikkatli bir şekilde izleyen de yine o iyi kalpli Sessiz Ayak’tı. Herşeyi bizzat kendi gözleriyle gören Sessiz Ayak, o sevgili dostu Veysel Baba daha fazla üzülmesin diye devreye girdi ve:

“Sevgili dostum! Bu kadar üzülmene hiç gerek yok. Çünkü ben, söz konusu o emanet paranın nerede gömülü olduğunu çok iyi biliyorum.” Diyerek en güzel haberi o sevgili dostuna verdi. Böylesine güzel ve böylesine mutluluk verici bir haber karşısında adeta sevinçten deliye dönen Veysel Baba, çok büyük bir mutluluk içerisinde o sevgili dostu Sessiz Ayağa sarıldı ve onu hem gözlerinden, hem yanaklarından ve hem de o küçük patilerinden bir güzel öptükten sonra ona:

“İyi ama, sen o emanet paranın nerede gömülü olduğunu nasıl biliyorsun?” diye sordu. Bu soru üzerine Sessiz Ayak:

“Çünkü senin o emanet parayı göndüğün o gece ben oradaydım ve oradaki çalılıkların arasından gizlice seni izliyordum. Ve o zamanlar seni hiç tanımadığım için de, o gece  sadece seni seyretmekle kalmıştım.” Şeklinde bir cevap verince, bu sefer de bizim Veysel Baba:

“Peki benim oraya gömdüğüm o emanet paraya daha sonra ne oldu? Çünkü ben o olaydan hemen sonra birkaç haftalığına da olsa Londra dışında bir yerde tatil yapmıştım. Londra’ya geri döndüğümde ise adeta bizim yaşam kaynağımız olan bu güzelim parkın yeniden yapılandırıldığını veya yeniden dizayn edildiğini görünce hemen o emanet para aklıma geldi. Ve o telaş içerisinde birkaç gece o emanet parayı aradımsa da yine o lanet olası paraya bir türlü ulaşamadım.” Şeklinde bir açıklamada bulununca Sessiz Ayak hemen devreye girerek şöyle bir cevap verdi:

“Elbette ulaşamazdın. Çünkü sözünü ettiğin o emanet parayı bu parkta inşaatın başladığı o ilk gece, o büyük Lordumuz Parapanu’nun yardımıyla gömülü olduğu o yerden çıkarıp başka bir yere taşıdık. Artık o emanet para sonsuza değin, o yeni gömüldüğü yerde çok büyük bir güven içindedir.”

“Güven içindedir diyorsun da, ben güven içinde değilim. Evimin önünde bekleyen o adamlar büyük bir ihtimalle o emanet paranın peşindeler ve o parayı almadan da gitmeyecekler.”

“Sevgili dostum! O para, kirli bir para. Ve eğer o para, o mafyavari adamların eline geçerse yeniden uyuşturucu olarak geri dönecek ve birçok masum insanın hayatı da bu şekilde kararacak. Bırak o kirli para sonsuza değin gömülü olduğu o yerde öylece kalsın.”

“Ey iyi kalpli Sessiz Ayak! Bu güzel düşüncelerine ben de katılıyorum. Fakat sana katılmadığım bir nokta var; o da şudur; o para emanet bir paradır ve asıl sahiplerine geri verilmelidir. Aksi taktirde benim hayatım tehlike altındadır. Bilmem anlatabildim mi?”

“Elbette anlamaktayım ve şunu bil ki; o büyük kral Parapanu bu noktada mutlaka devreye girip senin o sorununa bir çözüm bulacaktır. Tilki dostların olarak bizler, seni o mafya bozuntusu adamların o karanlık senaryolarına asla kurban ettirmeyiz. Bu konuda hem bize, hem de o büyük lordumuz Parapanu’ya güvenebilirsin. Yeterki hep bizimle kal, hep böyle iyi ol, hep böyle yardımsever ol, hep böyle sevgi dolu ol ve her zaman bize yeni birşeyler öğret.”

“Gerek Lord Parapanu’ya, gerek o sevgili eşi Prenses Batavine’ye ve gerekse de siz bütün tilki dostlara olan güvenim ve sevgim sonsuzdur. Çünkü beni yeniden yaşama bağlayan ve bana yepyeni bir dünyanın kapısını ardına kadar aralayan sizlersiniz. Ve böylesi bir durumda siz sevgili tilki dostlarımı nasıl yarı yolda bırakırımki? Daha yapacak birçok işimiz var ve birçok eğitim programı öylece bizi beklemekte.”

O gece Shoreditch Park’ta yapılan bu konuşmayı o Frekans Taşı sayesinde dinleyen o büyük kral Parapanu hemen harekete geçti ve birkaç gündür Veysel Baba’nın oturduğu o binanın önünde adeta kamp kurmuş olan o mafya tipli adamların hepsini kargaya çevirerek; o sırlarla ve gizemlerle örülü Shoredith Park’a bekçi kıldı. Ve daha sonra da bu durumu aşağıdaki o konuşan tilki Sessiz Ayak’a bildirerek artık tehlikenin kalmadığını söyledi. Lordu Parapanu’dan bu müjdeli haberi alan Sessiz Ayak, bütün olan biteni en ince ayrıntısına kadar bizim Veysel Baba’ya anlatınca oradaki herkezi bir mutluluk rüzgarı sardı.

Son birkaç gündür bizim o iyi kalpli Veysel Baba’nın başını ağrıtan ve onu yeni bir takım endişelere sevk eden bir sorun daha; o büyük kral Parapanu tarafından en iyi bir şekilde halledilmişti. Ve bu sayede de o emanet para sonsuza değin o sır dolu, gizem dolu parkın bir yerinde öylece gömülü kalacaktı. Ve ayrıca o kirli paranın sahibi olduklarını söyleyen o kişilerde, o büyük kral Parapanu tarafından en ağır bir cezaya çarptırılarak kargaya dönüştürülmüşlerdi. Ve derlerki; Lord Prapanu tarafından kargaya dönüştürülen o zavallı adamlar, hala bir karga şeklinde o sır dolu Shoreditch Park’ta öylece nöbet tutmaktaymışlar. Ve yine derlerki; Lord Prapanu tarafından kargaya çevrilen o mafya tipli adamlar her gak, gak, gak dediklerinde; para nerede?, para nerede?, para nerede? Diye bağırıp durmaktaymışlar. Ve birgün yolunuz o sırlarla dolu Shoreditch Park’a düşerse eğer; orada öylece uçup duran ve bir anlamda o parkı mesken edinen bazı kargalar gördüğünüzde, o kargalardan bazılarının bizim o iyi kalpli Lord Parapanu tarafından kargaya dönüştürülen ve sonsuza değin o parka bekçi kılınan o mafya tipli adamlar olabileceğinide sakın olaki unutmayın.

Veysel Baba açısından bir sorun daha böylelikle halledilmiş oldu ve artık bundan sonra da o anlamsız korkulara, o gereksiz endişelere hiç yer olmayacaktı, olmamalıydıda. Çünkü insan kaynaklı o korkuları, o endişeleri bir daha yaşamak istemiyordu. Ve o, şimdi o tilki dostlarıyla çok ama çok mutluydu ve bir o kadar da huzur doluydu. Artık o insan kaynaklı korkuları ve endişeleri geride bırakmış bir şekilde, kendisini o yeni görevine daha bir şevkle hazırlayabilir ve daha bir coşkuyla o yeni görevine sarılabilirdi. Veysel Baba’nın o mutlu halini farkeden Sessiz Ayak, fırsat bu fırsat diye düşünmüş olacak ki ondan çok değişik bir istekte bulundu:

“Sevgili Veysel Baba, bir sorununu daha böylece halletmiş olduk. Bazen biz, sana borçlu oluyoruz, bazen de sen bize karşı borçlu bir duruma düşüyorsun. Bu borçlarımızı bişr şekilde ödememiz gerek öyle değil mi? Mesela bu geceki borcuna karşılık daha önce hiç kimseyle paylaşmadığın bir sırrını, burada bizimle paylaşabilirsin. Bütün tilki dostların olarak seni daha da bir yakından tanımak isteriz. Ve sen, bu gece burada bir sırrını bizimle paylaşırsan eğer; o zaman bakarsında ben de bir sırrımı buradaki herkeze bir güzel açıklarım. Senin sırlarına karşılık, benim sırlarım. Haydı Veysel Baba, bizimle bir sırrını paylaş.”

Sevgili dostu Sessiz Ayağın beklenmedik isteği karşısında çok şaşıran Veysel Baba, biraz düşünüp geçmişine dair o sırları bir bir hatırlamaya çalıştıktan sonra; içlerinden en masum olanını orada o toplantıda bulunan bütün tilki dostlarına anlatmaya karar verdi. Belki bu sayede de Kutsal Sandığa dair diğer sırları, diğer bilinmeyenleri dostu Sessiz Ayak’tan öğrenebilecekti.

Veysel Baba açısından eskiye dönmek, eskiye dair o yaşananları yeniden hatırlamak adeta bir işkence gibiydi. Ve özellikle de o şehir hayatına dair, o siyaset günlerine dair olan o kısımları hiç hatırlamak istemiyordu. Geçmişteki o yaşama dair anıların veya yaşanmışlıkların en masum olanı; o küçük dağ köyünceki o çocukluk günlerine dair olanıydı. Çünkü o anıların içinde bir sürü masumane yaşanmışlıklar vardı, bir sürü rüya gibi yaşanmışlıklar vardı ve bir sürü masalımsı yaşanmışlıklar vardı. Fakat buna karşılık o şehir haytaına dair olan kısmındaysa bir sürü hatalar vardı, bir sürü yanlışlar vardı, bir sürü günahlar vardı, bir sürü acılar vardı, bir sürü dramlar vardı ve bir sürü gözyaşları vardı.

Ve özellikle de siyasete atıldığı o gençlik dönemlerinde biraz olsun huzur bulabilmek için, biraz olsun kendini bulabilmek için ve biraz olsun kaçıp saklanmak için; birkaç aylığına da olsa o küçük dağ köyüne gidiyordu. Siyasete bulaşmış bir adam için, günaha bulaşmış bir adam için orası, bu küçük dağ köyü adeta bir sığınak olmuştu. Ve o siyaset yorgunu adam o köyde, amcasının yanında kaldığı o zamanlarda bazen tarlada amcasına yardım ederken, bazen de boş zamanlarında define avcılığına soyunuyordu. Ve işte o dönemlerde yaşadığı bir olayı veya bir sırrı, oradaki o tilki dostlarına anlatmaya karar verdi. Mademki konu o sıraların açığa çıkmasıydı ve geçmişe dair o sırların, o gizemlerin, o bilinmezlerin bir bir ortaya dökülmesi; o zaman bütün o sırların böylesine gizemli bir ortamda açığa çıkması en doğru seçenekti. Ve bizim Veysel Baba başından geçen o olaya biraz derinlik katarak ve biraz da masalımsı bir boyut ekleyerek anlatmaya başladı:

“Sevgili tilki dostlarım. Şimdi size gençlik dönemlerimde başımdan geçen bir olayı anlatmak istiyorum. O zamanlar çok deli dolu bir insandım ve adeta kabına sığmayan bir yapım vardı. Daha güzel bir dünya için, daha umut dolu bir dünya için ve daha eşit paylaşımcı bir dünya için yola çıktığımız o günlerde bazen kendimizi o silahlı çatışmaların içinde buluyorduk ve bazen de göz altına alınıp çeşitli işkencelerden geçiriliyorduk. Ve böylesi dönemlerin birinde hayatımdan endişe eden annem, beni köydeki amcamın yanına göndermişti. Aslında gerçek huzuru bu küçük dağ köyünde bulduğumu da burada ifade etmeden geçemeyeceğim. Amcamın evinde kaldığım o günlerde bazen ona tarlada yardım ederdim ve boş zamanlarımda da kazmayı, küreği alıp eski defineleri bulabilme ümidiyle sağı solu kazardım. Sonra çok küçük yaşlardayken dedemin bana anlattığı olayadan yola çıkarak; söz konusu o yeri aramaya karar verdim. Dedemin anlatımına göre bizim köyde çok eski zamanlarda bir ermeni kilisesi varmış. Ve söz konusu o kilise, birkaç köyün cemaatinden oluşan çok büyük bir kiliseymiş. İsmi Wang olan bu kilisenin cemaati; Osmanlı-Rus Savaşı’nda Rusların yanında yer alınca ister istemez bizim alevi toplumuyla arası açılmış. Ve daha sonra ruslar o bölgeden geri çekilince o kilisenin cemaati de zorunlu olarak onlarla birlikte bizim köyü terk etmişler. Fakay köyü terk etmeden önce kilisenin papazı yani rahibi olan kişi, yolda eşkiyaların saldırılarını düşünerek gerek kiliseye ait, gerekse de kendisine bağlı o cemaate ait değerli ne varsa toplayıp bir küpün içine koymuş ve daha sonra da o küpü bir gece yarısı götürüp o kiliseye ait olan ormanın bir yerine gizlice gömmüş. Ve daha sonra geri geldiğinde de o yeri bulabilmek için; altınların ve de o değerli mücevherlerin gömülü olduğu o yere bir işaret koymuş.

Ermeni cemaati o bölgeyi terkedince, onların o kiliseleri de zaman içerisinde yıkılmış. Ve aynı yere dedemler çok büyük bir konak inşaa etmişler. İşte ben, o kilisenin olduğu yerdeki o konakta dünyaya geldim. Ve o Wang Kilisesi’ne ait olan o define işi veya olayı daha sonraki yıllarda bir söylenti halini alınca; bizim ailenin büyükleri o defineye ulaşabilmek için birçok yeri kazmışlar. Ben daha beş, altı yaşlarında iken o çok sevdiğim dedem, bana bu olayı en ince ayrıntısına kadar anlatmıştı. Daha sonraki yıllarda ben de sözkonusu o defin enin peşine düştüm. Benimkisi zengin olmaktan ziyade, o gizemli gömülere olan bir meraktı. Ve böylesine gizemli olaylarda bana çok heyecan veriyordu.

Ve böylesi bir anda, o son gidişimde yaşlı bir kadın çok küçük yaşlarda tanık olduğu bir olayı bana anlattı. Kadının o anlatımına göre de birkaç adam gizlice bir yere, bir şeyler gömüyorlarmış. Kadın bir süre onları takip etmiş ve o adamların bazı işaretler koydukları o yeri belli olmayacak bir şekilde toprakla örttüklerini görmüş. Fakat daha sonra o adamlardan biri, hayvanları otlatan o küçük kızı farketmiş ve onu yakaladıktan sonra da onu ölümle korkutarak o gördüklerini hiçkimseye söylememesini istemiş. Çok korktuğu için de, o gördükleri hakkında hiçkimseye bir şey söylememiş. Bir sohbet esnasında bana anlatmış olduğu o olaydan yola çıkarak iz sürmeye başladım. Gerek dedemin, gerekse de o yaşlı kadının anlatımlarını bir araya getirerek en sonunda hazinenin gömülü olduğu o yeri tespit ettim.

Hazinenin gömülü olduğu o yer, gerçekten de o Wang Kilisesi’ne ait o ormanın içindeydi ve oradaki yaşlı ağaçların içinde öylece gizemli kalmıştı. Çok dikkatli bir gözlem neticesince tespit etmiş olduğum o yeri hemen kazmaya başladım. Dairesel bir biçimde etrafı taşlarla örülü o alanın tam ortasında üzerinde keçi tırnağına benzeyen bir işaret olan ince bir sal taşına rastladım. Ve o sal taşını kaldırıp kazma işlemine devam ettim. Biraz sonra tıpkı bir koni benzeri, tıpkı bir baca benzeri taşlarla örülü yeni bir yere rastladım. Sadece Ermeni toplumunun bildiği bir yöntemle yapılmış olan o yerin en son noktasına geldiğimde de, bu sefer ağzı sıkı sıkıya bağlı bir toprak küpe rastladım. Hayvan derisiyle ağzı kapatılmış olan o küpü açtığımda da içinden bir sürü altın, mücevher ve takı çıktı. O anda çok heyecanlanmıştım ve neredeyse ağzı yüzyıllardır kapalı olan o küpün içinde biriken o zehirli oksitlenmeden dolayı da biraz kendimden geçmiştim, yani biraz bayılmıştım.

Kendime geldiğimde artık hava iyice kararmıştı ve orada öylece yerde duran bütün o altınları, mücevherleri, takıları ve o değerli taşları yeniden o küpün içine koyduktan sonra aynı yere gömdüm. Çünkü o hazineden hem amcamın haberdar olmasını istemiyordum ve hem de o dönem askeri cuntanın hala iş başında olduğu ve her adım başı yolda arama yaptığı bir karanlık dönemdi. Ve benim gibi siyasete bulaşmış bir insan için, onlarca kez gözaltına alınıp sorgudan geçirilmiş bir adam için; onca altınla veya onca değerli mücevherle yola çıkmak çok ama çok tehlikeliydi. Herhangi bir yakalanma durumunda hem o altınlara el koyarlardı ve hem de tarihi eser kaçakçılığından beni onlarca yıl hapse çarptırırlardı.

Bu tehlikeleri bildiğim için, ben de o tarihi hazineyi yeniden aynı yere gömdüm. Daha sonraları ortalık biraz yatıştığında ve o askeri cunta iş başından gittiğinde; ben daha tecrübeli bir insan olarak oraya yeniden geri dönecektim ve orada öylece gömülü duran o değerli hazineyi yeniden günyüzüne çıkararak en iyi bir şekilde değerlendirebilecektim. Ama o gün bir daha geri gelmedi ve ben de bir daha o küçük dağ köyüne geri dönemedim. Yani sözün kısası; o hazineye dair düşlerim ve hayallerim öylece yarım kaldı. Kimbilir belki de o hazine çok kutsal olduğu için hala o asıl sahiplerini öylece bekleyip durmakta? İşte benim o gözyaşı yüklü geçmişime dair en büyük sırlardan biri budur. Ve bu sırrımı ilk defa burada siz o çok değerli tilki dostlarımla paylaştım. Beğenip, beğenmediğinizi bilmiyorum, ama bütün bu anlattıklarımın hepsi doğrudur ve yaşanmış şeylerdir.” dedikten sonra, oradaki bütün tilki dostlar hep bir ağızdan:

“Çok beğendik Veysel Baba. Çok önemli bir sırrını bizimle paylaştığın için sana çok teşekkür ediyoruz. Varsa eğer bir başka sırrını daha anlatmanı istiyoruz.” Deyince; bizim o konuşan tilkimiz Sessiz Ayak hemen devreye girerek:

“Sevgili tilki kardeşlerim. Artık sabah olmak üzere. İsterseniz bu sırları açığa çıkarma işini veya sırları ortaya dökme işini gelecek haftaya bırakalım ve yuvalarımıza geri dönelim.” Deyince; bütün tilki dostlar bir sonraki hafta yeniden aynı yerde buluşmak üzere yuvalarına döndüler. Ve bizim o yaşam yorgunu Veysel Baba da yıllardır kendi içinde saklamış olduğu o sırrını artık açığa çıkarmış bir insan olarak kendi evine geri döndü.

Bir Çiftlik Evi Rüyası

O sırlarla ve gizemlerle örülü Shoreditch Park’ın orta yerinde bizim Veysel Baba ile o çok sevgili tilki dostları arasında artık çok güzel günler yaşanmaktaydı. Herşey sanki bir rüya gibiydi, bir masal gibiydi. Sevgilerin en güzeli, dostlukların en güzeli artık orada, o gizem dolu parkın tam kalbindeydi. Daha birkaç ay önce orada, o sır dolu parkın orta yerinde ölümü düşünen bir adam; bugün artık o sevgili tilki dostlarıyla birlikte mutlulukların en güzelini yaşamaktaydı. Umutsuzluğun dört bir yandan onu kuşattığı bir anda ve yaşama dair o inancın artık tükendiği bir anda¸ortaya çıkan bir tilkinin o sevgisi, o yardımseverliği vede o dostluğu onu yeniden hayata bağlamıştı.

Böylesine anlamlı bir dostluğu karşılıksız bırakmak istemeyen Veysel Baba; o ellinci yaş gününü o çok sevgili tilki dostlarıyla birlikte kutlamak istedi. O güne kadar herhangi bir doğum günü kutlamamış olan bizim Veysel Baba, her nedense bu ellinci yaş gününü o sevgili tilki dostlarıyla birlikte kutlamak istemişti. Neden istemesindi ki; herşey ama herşey o sevgili tilki dostları sayesinde anlam kazanmıştı. Ve yaşamın temel kuralı olan sevginin ne kadarda güzel bir duygu olduğunu  yine onlar sayesinde öğrenmişti. Yıllardır yakın çevresindeki o insanlarda aradığı o sevgiyi, o dostluğu  en tükendiği bir anda orada, o Shoreditch Park’ta öylesine dolaşan bir tilkide bulmuştu. Bir yanda düşünen  bir insan ve düşündüğü içinde bazen iyiliklere ve bazen de kötülüklere yelken açan bir canlı topluluğu. Bir diğer yanda ise sezgileriyle hareket eden ve sadece beslenmek için, üremek için bir yaşam mücadelesi veren  bir başka canlı topluluğuydu. Bir yanda maddeye tapan ve mümkün olduğunca da sevgiden uzaklaşmış bir insan tipi yaratılmaya çalışırken, bir diğer yanda ise o sır dolu Shoreditch Park’ın tamda kalbinde bizim o yalnızlıklar adamı Veysel Baba ile o sevgili tilki dostları arasında dostlukların en güzeli, sevgilerin en şahanesi yaşanmaktaydı.

Bir Şubat gecesiydi ve bizim Veysel Baba çoktandır düşünmüş olduğu o ellinci yaş gününü, o çok sevgili tilki dostlarıyla birlikte kutlamak için Kinder House adlı o binadaki evinden ayrıldı ve o güzelim Shoreditch Park’ın yolunu tuttu. Böylesi bir doğum günü partisinden haberi olan o tilki kardeşler yine bir süpriz yapmışlar ve o sevgili öğretmenleri Veysel Baba için çok anlamlı bir hediye hazırlamışlardı. Önce Lord Parapanu ve sevgili eşi Batavine yine insan şekline bürünerek gündüzden bir pastahaneyi ziyaret etmişler ve o sevgili dostları Veysel Baba adına çok büyük bir yaş pasta siparişi vermişleri. Ve daha sonra ise o yaş pasta bir şekilde taşınıp parkın orta yerine getirilmiş ve elli adet mum o yaş pastaya bir güzel dikilmişti. Diğer tilki kardeşler de yer altına gömülü olan o definelerin içinden birer altını ağızlarında taşıyarak kutlamanın yapılacağı o alana getirmişlerdi.

Veysel Baba’nın o ellinci yaş günü partisi için artık herşey tamamdı. Ve oradaki o kutlamaların dışarıdan görünmemesi için o Görünmezlik Taşı ile birlikte o Frekans Taşı’da ve o Rüzgar Taşı’da o konuşan tilki Sessiz Ayak tarafından oraya getirilmişti. Herşey artık tamadı ve gece saat on iki gibi önce mumlar yakıldı, daha sonra ise o elli adet mum bizim Veysel Baba taraından bir bir söndürüldü. İlk defa bir doğum günü partisi yapan Veysel Baba ile ilk defa bir doğum günü partisine katılan o tilki dostları çok ama çok mutluydularç o doğum günü partisi bizim Veysel Baba tarafından bir güzel kesildikten sonra, o partiye katılan bütün tilki dostlara bir güzel dağıtıldı. Pastalar, o iyi kalpli tilki kardeşler tarafından bir güzel yendikten sonra herkes yanında getirdiği o hediyeleri Veysel Baba’ya sundu. Bir anda adeta hediyelere boğulan Veysel Baba gözyaşları içinde orada bulunan bütün tilki dostlarına birbir teşekkür etti. Ve daha sonrada Prenses Batavine’nin o ikinci el pazarında kendisine vermiş olduğu o sihirli Harmonicayı cebinden çıkararak onlara çok güzel bir müzik ziyafeti sundu. Yani sözün kısası o gece orada, o sır dolu Shoreditch Park’ın orta yerinde bizim Veysel Baba ile o sevgili tilki dostları arasında adeta masal gibi bir gece yaşandı ve sabahın ilk ışıkları ile birlikte herkes kendi evine, kendi yuvasına döndü.

Veysel Baba artık daha bir mutluydu, daha bir huzurluydu ve daha bir sevinç doluydu. Ve bu mutluluk içinde o haftaki görüşmeye giden Veysel Baba, bazı tilki dostlarının o görüşmeye gelemediklerini öğrenince çok üzüldü ve bunun nedenini sordu. Sessiz Ayak, bazı tilki kardeşlerinin rahatsızlandıklarını söyledi. Ve bunun sebebininde son haftalarda yenilen o tavuklardan, o hindilerden olabileceğine dair bir takım şüpheleri olduğunu belirtti. Daha önce böylesi rahatsızlıklarla hiç karşılaşmamış olan o güzelim tilki dostlara ne olmuştu böyle? Ve bütün yaşamı boyunca hep doğadan avlanan o tilki kardeşleri böylesine rahatsızlığa sürükleyen asıl neden neydi? Ve ayrıca bu haftalar bütün o dişi tilkilerin hamile kaldığı aylar olduğı içinde konu dahada bir önem kazanıyordu, dahada bir aciliyet kazanıyordu.

O konuşan tilki Sessiz Ayağın anlattıklarına göre; ortada gerçektende endişe edilecek bir sağlık sorunu vardı ve bu soruna öncelikle bir yanıt verilmesi gerekiyordu. Veysel Baba o ilk şoku biraz olsun atlattıktan sonra,  yaşanan o sağlık sorununun daha önceleri o et marketinden satın almış olduğu o tavuklardan, hindilerden, ördeklerden ve kazlardan kaynaklanmış olma ihtimaline dikkat çekti. Ve böylesine bir tehlikeyi daha önceden düşünemediği  içinde orada bulunan bütün tilki dostlarından birbir özür diledi. Oysaki hergün takip ettiği o medya organlarında, o televizyon kanallarında veya o günlük sohbetlerde o hazır gıdalardan, o paketlenmiş gıdalardan veya o organik olmayan ürünlerden sıkça bahsedilmekteydi. Ve yine o tavuk çiftliklerindeki bir takım olumsuz koşullar veya bir takım beslenme şekilleri; o tavuklar üzerinde, o hindiler üzerinde organik olmayan bir takım sağlık sorunları yarattığından bahsedilmekteydi. Bütün bu bilgiler ışığında Veysel Baba, o sevgili tilki dostlarının o rahatsızlığını veya o sağlık sorununun kaynağını artık tahmin edebilmekteydi.

Bütün bir yaşamı boyunca gerek hazır gıda konusunda, gerek paketlenmiş ürün konusunda gerek organik olmayan gıda konusunda, gerek tarihi geçmiş gıda konusunda ve gereksede sağlıklı olmayan ürün konusunda çok dikkatli davranan bir adam; nasıl olduda böylesine büyük bir yanlış veya hataya imza atmıştı? Ve eğer asıl sorun o et marketinden satın almış olduğu o ürünlerden kaynaklanmışsa ve o çok sevgili tilki dostlarıda o organik olmayan tavuklardan veya hındılerden dolayı rahatsızlanmışsa eğer; o zaman bu rahatsız edici duruma bir son vermek gerekiyordu ve bir takım yeni kararlar almak gerekiyordu. Çünkü ortada bir sağlık sorunu vardı ve ayrıca o haftalar dişi tilkilerin hamile kaldığı haftalardı. Ve böylesine önemli bir zaman diliminde o hamile annelerin çok iyi ve çok sağlıklı bir şekilde beslenmeleri gerekiyordu.

Veysel Baba böylesine önemli bir konuda daha geniş düşünmek için ve daha sağlıklı bir karar verebilmek için o gece, o toplantıya gelen tilki dostlarından izin isteyip evine geri döndü. Şehrin merkezi sayılabilecek bir yerde öylesine satılan, öylesine sade ve öylesine basit bir yaşam sürdürmeye çalışan bir insan için; böylesine aciliyet teşkil eden bir konuda sağlıklı bir çözüm bulmak veya üretmek öyle sanıldığı kadar kolay olmasa gerekti. Çünkü o bir sağlık uzmanı değildi ve bu durum onun kapasitesinide bir haylı aşmaktaydı. Ama o Veysel Baba’ydı ve böylesi durumlarda yeni bir takım çareler üretmekte onun için o kadar zor olmasa gerekti.

O son toplantıdan sonra eve geri dönen Veysel Baba birkaç gün yeni birtakım çareler üzerinde fikir üretmeye çalıştı. Her türlü fikir üzerinde kafa yoran Veysel Baba; en sonunda şehir dışında bir çiftlik evi satın almaya karar verdi. Ve böylesi bir çiftlik evini satın alabilmek için de nasıl olsa yerin altında gömülü olduğu söylenen ve hala oralarda öylece duran o hazinelerden, o altınlardan bir güzel istifade edebilirlerdi. O sevgili tilki dostlarının söylediği o hazineler veya o altınlar daha onlarca yıl yerin altında öylece gömülü bir şekilde kalacağına; böylesine yararlı bir işte kullanılmaları daha doğru olmazmıydı? Elbette olurdu ve o altınların sayesinde Londra dışında satın alınacak o çiftlik evinde en sağlıklı yöntemlerle beslenecek olan o tavukların, hindilerin, ördeklerin, kazların hem yumurtasından ve hemde zamanı gelince etinden faydalanabileceklerdi. Ve böyleliklede en organik yöntemlerle beslenen o tavukların, hindilerin etinden beslenecek olan o sevgili tilki kardeşlerimizde bir daha rahatsız olmayacaklardı.

O iyi kalpli adam, yeni doğacak olan o tilki yavrularının sağlığını da düşünerek artık daha büyük bir sorumluluk bilinciyle hareket edilmesi gerektiğini anlamıştı. Ve tilki dostlarıyla yapmış olduğu o son görüşmede Londra dışında bir çiftlik evi satın almak istediğini ve bunun içinde biraz paraya yani biraz altına ihtiyacı olduğunu söyledi. Tilki kardeşler bu öneriyi büyük bir memnuniyetle karşıladılar. Ve artık onların yer altında gömülü olduğunu söyledikleri o altınlar, o mücevherler bundan böyle çok faydalı bir işte kullanılacaklardı. Ve böyleliklede onların o rahatsızlıkları, o açlık sorunları sözkonusu o öiftlik eviyle birlikte bir son bulacaktı. Veysel Baba’nın bu güzel önerisi karşısında çok mutlu olan tilki dostları, sözkonusu o altınları bir sonraki görüşmede getireceklerini söyleyerek oradan ayrıldılar. Ve bütün bunlara bizim o konuşan tilkimiz Sessiz Ayağın hamile olduğunu söylemesi haberide olaya ayrı bir mutluluk, ayrı bir sevinç katmıştı.

Yaşamın kendisi aslında birçok süprizle doluydu. Ve o süprizlerden bazılarıda bizim o yaşam yorgunu Veysel Baba’nın kapısını çalarak, onu yeniden hayata bağlamıştı. Umudun tükendiği bir anda bir takım gizemli güçler hemen devreye girmişler ve hayatın birçok süprizini ardı ardına ona sunmuşlardı. Ve o süprizler sayesinde de bizim o yalnızlıklar adamı Veysel Baba sözde içinde yaşamış olduğu o insanlar aleminden çıkıp, o tilkiler alemine doğru çok güzel bir yolculuğa çıkmıştı. Bütün bu yaşamı boyunca kendisine o sonsuz yalnızlıkları armağan eden o insanlar her gece eve dönüp  o güzelim uykularına dalarken; o yalnızlıklar adamı Veysel Baba ise o soğuk kış gecelerinde evinden çıkıp o güzelim tilki kardeşleriyle buluşmak üzere o sır dolu Shoreditch Park’ın yolunu tutuyordu. Artık o, çok farklı bir dünyanın adamıydı ve o dünyanın bilinmedik bazı sırlarını, bazı gizemlerini birbir yazıya dökerek insanları bu konuda hem bilgilendirecekti ve hemde o güzelim hayvanlara karşı dahada bir duyarlı kılacaktı.

Veysel Baba bu bilinç içerisinde bir sonraki görüşmeye gittiğinde, o sevgili tilki dostları adeta onu altına ve mücevhere boğdular. Artık para yönünden herhangi bir sorunları kalmamış gibiydi ve artık sözkonusu o çiftlik evini satın alabileceklerdi. Çünkü devir paranın devriydi ve bu devirde paranın açamayacağı bir kapı da hemen hemen yok gibiydi. Ve böyle de oldu. Tilki kardeşlerin kendisine getirmiş olduğu o altınları ve mücevherleri hemen paraya çeviren Veysel Baba; çok titiz bir araştırmadan sonra Londra dışında çok güzel bir çiftlik evi satın aldı. Ormanlarla çevrili o masalımsı yerin isminide Veysel Baba Çiftliği koyan bizim Veysel Baba;  daha sonra o öiftliğin başına o işten anlayan birisini getirdikten sonra mutlu bir şekilde Londra’ya geri döndü.

Artık herşey halledilmiş gibiydi ve artık tüm sorunlar geride kalmış gibiydi. Veysel Baba bu müjdeli haberi o çok svgili tilki dostlarına söylediğinde; hepsi çok mutlu oldular ve  o çiftlik evini görmek istediler. Onların bu güzel isteklerini kırmak istemeyen o iyi kalpli Veysel Baba da  bir sonraki hafta için onlara söz verdi. Hemen bir otobüs kiralandı ve bir Cumartesi sabahı çok erken bir saatte bizim Veysel Baba ile o çok sevgili tilki dostları hep birlikte o çiftlik evine doğru bir güzel hareket ettiler. Tilki kardeşler ilk defa bir otobüse binmişlerdi ve ilk defa bir otobüsün içinde yolculuk yapıyorlardı. Hava daha yeni yeni aydınlanmaktaydı ve o yorgun şehir Londra hala en derin uykusundaydı. Ve o saatte otobüsün içinde yolculuk yapan tilki dostlarda ilk defa içinde yaşamış oldukları o şehri böylesine ayrıntılı bir şekilde görüp tanıyorlardı. Çünkü onlar şehir tilkileriydi ve yalnızca o Shoreditch Park civarını biliyorlardı.

Veysel Baba ile o çok sevgili tilki dostları birkaç saatlik bir yolculuktan sonra, o çok merak ettikleri Veysel Baba Çiftliği’ne geldiler. Çiftlik evi gerçektende çok güzeldi ve doğayla iç içe bir yerde inşaa edilmişti. Ormanlık bir alanın içine kurulmuş olan o çiftlik evi adeta masalımsı bir yere benziyordu. Doğanın o sonsuz güzellikleri sanki orada, o çiftlik evinde hep bir arada bulunmaktaydı. Yemyeşil bir doğa, masmavi bir gökyüzü ve o bitkiler, o çiçekler, o kelebekler, o böcekler, o durmadan ötüp duran kuşlar ve tertemiz bir hava. Bundan  daha güzel ve bundan daha harika başka ne olabilirdi ki? Herşey ama herşey adeta bir masal gibiydi, bir rüya gibiydi. Gerçek yaşam bu olsa gerekti ve asıl güzellik bu olsa gerekti. O güzel atmosfer içinde koşup oynayan  tilki dostlar, yeniden o gürültünün başkenti Londra’ya geri dönmek istemediler. Veysel Baba, daha çiftlik evinde her şeyin bitmediğini ve birkaç haftaya daha ihtiyaçları olduğunu söyleyerek onları ikna etti.

Artık onlarında bir çiftlik evi vardı ve onlarında tıpkı dığerleri gibi mutlu olma hakları vardı. O soğuk kış gecelerinde o sıcacık yuvalarından çıkıp, o Londra sokaklarında yemek derdine düşmeyeceklerdi. O korkularış o endışeleri artık hiç yaşamayacaklardı ve artık bu çiftlik evinde sonsuza değin çok mutlu bir şekilde yaşayacaklardı. Şehir gürültüsünden uzak bir yerde doğayla içiçe yaşamak gerçektende çok güzeldi. O yemyeşil kırlardaş bayırlarda öylesine çılgınlar gibi koşup oynamak ve yeni doğacak olan o yavrularıyla birlikte yaşamın tadına varmak apayrı bir güzellik olsa gerekti?

Bütün bir günü o çiftlik evinde geçiren Veysel Baba ile o sevgili tilki dostları; akşam olupta Londra’ya geri döndüklerinde artık daha bir mutluydular ve geleceğe daha bir güvenle bakbaktaydılar. Otobüsün içinde hep birlikteeğlendiler, mutluluk şarkıları söyleyip birtakım hayallerkurdular. Ve o iyi kalpli Veysel Baba gibi bir dosta, bir arkadaşa sahip oldukları içinde ayrı bir mutluluk duydular. Çünkü onun sayasinde o çiftlik evinde adeta rüya gibi bir gün geçirmişerdi ve yine onun sayesinde hiç tatmadıkları o lezzetleri bir güzel tatmışlardı, onun sayesinde bir çiftlik sahibi olmuşlardı, onun sayesinde o çiftlik evinde adeta rüya gibi bir gün geçirmişlerdi ve yine onun sayesinde o çiftlik evinde çok mutlu bir yaşam sürdüreceklerdi. Sessiz ayak böylesine güzel ve böylesine anlamlı bir tabloyu kendilerine yaşattığı için o sevgili dostu Veysel Baba’ya teşekkür etti ve bütün tilki dostları adına ‘’ İyiki varsın Veysel Baba. İyiki bizimlesin ey iyi kalpli adam. Seni çok seviyoruz.’’ Dedi.

Sevgili Tilki Dostlarım – 2

Bir zamanlar yalnızlıklarla boğuşan ve yaşam umudunu kaybettiği bir anda, konuşan bir tilki sayesinde yeniden yaşama bağlanan Veysel Baba artık daha bir mutluydu. O yaşam yorgunu adam, bütün bir yaşamı boyunca aradığı o mutluluğu, o sonsuz huzuru en sonunda ellisine merdiven dayadığı bir anda o sır ve gizem dolu parkın tam orta yerinde konuşan bir tilkide bulmuştu. Hayatı boyunca en büyük darbeleri hep en yakın çevresindeki o insanlardan gören bu gözyaşı yüklü adamın o sonsuz acılarını, dramlarını, ızdıraplarını ve de yalnızlıklarını ancak ve ancak bir tilki sona erdirebilmişti. Ve sanki bir takım gizemli güçler devreye girerek onun bu sonsuz acılarına bir son vermek istemişler ve ona sonsuz bit mutluluk duyacağı yepyeni bir yaşam kapısı aralamışlardı. Çünkü bu kadar şeyin ardı ardına gelmesi ve sadece onun kapısını çalması artık tesadüf olamazdı. Önce o konuşan tilki Harşiye yani bizim Sessiz Ayak, sonra o ikinci el pazarında karşılaştığı Prenses Batavine ve en sonunda da o büyük kral Parapanu adeta onun bundan sonraki o yaşamına yeni bir yön vermek için veya onun o sıradan yaşamına yeni bir anlam katabilmek için sanki birileri tarafından devreye sokulmuşlardı.

Veysel Baba artık daha bir mutluydu ve daha bir huzur doluydu. Neden olmasındı ki; daha birkaç gün önce o güzelim Shoreditch Park’ın orta yerinde o sevgili tilki dostlarına ders veren o değilmiydi? Elbette oydu ve o soğuk kış gecesinde bütün bir şehir en derin uykusundayken; o, büyük bir heyecan içerisinde evinden çıkarak Shoreditch Park’ın yolunu tutmuş ve orada kendisini bekleyen o çok sevgili tilki dostlarına ilk dersini ne de güzel vermişti. Ve sabahın ilk ışıklarına kadar süren o ilk dersten sonra eve dönen Veysel Baba, o büyük kral Parapanu tarafından kendisine verilen o anlam yüklü görevi en iyi bir şekilde yerine getirebilmek için çok yoğun bir çalışma temposu içerisine girdi. Ve böyleliklede her Cumartesi gecesi o sırlarla ve gizemlerle örülü Shoreditch Park’ın orta yerinde bizim o yeni öğretmenimiz Veysel Baba ile onun o çok sevgili tilki dostları arasındaki o ders programıda bir güzel başlamış oldu.

Bir yandan kendisini yoğun bir çalışma temposu içine sokan ve o sevgili tilki dostları için en yararlı bilgileri ezberlemek için her türlü yolu deneyen Veysel Baba, diğer bir yandan da edinmiş olduğu o bilgileri en iyi bir şekilde her hafta sonu o sevgili tilki dostlarına anlatmaya çalışıyordu. Veysel Baba, bu kutsal görev sayesinde öğretmenliğin aslında ne kadarda anlamlı bir meslek olduğunu ve ne kadarda değer verilmesi gereken, saygı gösterilmesi gereken bir görev olduğunu artık dahada bir anlamış gibidi. Bu düşünce içerisinde hayata yeniden bağlanan Veyse Baba için; artık o soğuk kış gecelerinde hiç üşenmeden evinden çıkıp o Shoreditch Park’ın yolunu tutmak ve orada kendisini bir güzel beklemekte olan o çok sevgili tilki dostlarına yeni birşeyler anlatmak öyle pek zor gelmiyordu. Çünkü bilgi paylaşmak için vardır ve bir bilgi paylaşılmıyorsa eğer, o zaman o bilginin hiçbir anlamı yoktur.

Bizim o yeni öğretmenimiz Veysel Baba’nın her hafta sonu o Shoreditch Park’ta vermiş olduğu o dersler; oraya katılan o güzelim tilki dostlarımız tarafından en iyi bir şekilde ezberleyip adeta içselleştiriliyordu. Ve o konuşan tilki Sessiz Ayağın her toplantıda oraya getirdiği o Frekans Taşı ile Görünmezlik Taşı da işin bir başka gizemli boyutunu teşkil etmekteydi. Çünkü o Frekans Taşı sayesinde gerek lord Parapanu ve gereksede onun o çok sevgili eşi Prenses Batavine orada, o toplantılarda konuşulan herşeyi çok rahatlıkla duyabiliyorlardı ve o Görünmezlik Taşı sayesinde de ders verilen o alan adeta görünmez bir hale geliyordu. Yani gecenin o vaktinde o sır dolu parkın içinden geçen bir insan, orada o parkın tamda orta yerinde sakallı bir adamın etrafında topladığı onlarca tilkiye birşeyler anlattığını ve onlarla bir güzel sohbet ettiğini asla göremezdi. Zaten orası Shoreditch Park’tı ve normal bir insan aklının alamayacağı birçok sır ve gizem dolu olay yine o pakın içinde yaşanmaktaydı. Ve o güzelim Shoreditch Parkkendi içinde biriktiripte sakladığı o sırları, o gizemleri günün birinde bir insana açmaya karar verdiğinde; günlerden cumartesiydi ve saat te sabahın üçü gibiydi. O saatte yorgun bir şekilde eve dönen bir adam o soğuk kış gecesinde, o sır dolu parkın orta yerinde önce isyan edip, daha sonrada orada öylece ölüm uykusuna yattığında; o park daha fazla dayanamamış ve bizim o konuşan tilkiyi hemen devreye sokarak o yaşam yorgunu adamın hayatını bir güzel kurtarmıştı.

Veysel Baba’nın adeta uçurumun aşiğinden döndüğü ve yeni bir yaşama yelken açtığı o günden sonra artık herşey daha bir güzeldi ve daha bir anlamlıydı. Her hafta sonu orada, o sır dolu parkın orta yerinde o sevgili tilki dostlarına vermiş olduğu o dersler; artık Lord Parapanu’nun yeni buluşu olan o Rüzgar Taşı sayesinde dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan o tilki kardeşlere kazar uzanıyordu. Bu durumu öğrenen Veysel Baba da artık her hafta sonu vermiş olduğu o derslere daha bir zevkle hazırlanıyordu. Çünkü onun, orada o parkın orta yerinde vermiş olduğu o dersler söz konusu o Rüzgar Taşı sayesinde havaya harışıyor ve bir anda dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan o tilki dostlara bir güzel ulaşıyordu. Aynı anda ilyonlarca tilkiye ders vermek ve onlara o sesini duyurabilmek ne de güzel bir şeydi ve nede güzel bir duyguydu.

Herşey en güzel şekliyle devam ederlen, birgün o sevgili tilki dostlarımızdan biri araya girip o çok sevgili hocasına:

“Sevgili hocam, verdiğiniz dersler çok güzel ve çok yararlıç bunun için size teşekkğr ederiz, ama sizin yardımınızla bu dersleri daha faydalı ve daha şenlikli bir halede getirebiliriz. Sevgili dostumuz Sessiz Ayağın söylediğine göre sizin o fırında pişmiş tavuklarınız, hindileriniz çok meşhurmuş. Yani demem o ki bizlerde, bu derslere katılan bütün tilkiler olarak sizin o meşhur yemeklerinizden tatmak istiyoruz. Genellikle çöplüklerden veya oraya buraya atılan o artıklardan beslenen bir şehir tilkisi için; şöyle fırında pişmiş bir tavuğun, bir hindinin, bir ördeğin veya bir kazın eti bir başka lezzetli olsa gerekç sizden ricamız her hafta sonunda buraya gelirken yanınızda şöyle fırında pişmiş birkaç tavuk veya birkaç hindi getirmenizdir. Lütfen hocam bu isteğimizi geri çevirmeyin ve bizi o fırında pişmiş olan o güzelim tavuklardan, hindilerden mahrum etmeyin” şeklinde çok ilginç ve bir o kadar da zorluk derecesi yüksek bir istekte bulundu.

Böylesine ilginç ve böylesine değişik bir istek karşısında epeyce bir şaşıran bizim Veysel Baba, biraz düşündükten sonra:

“Sevgili tilki dostum, benden böyle bir istekte bulunmana çok sevindim ve bu isteğinin önümüzdeki o ders programlarına yapacağı o olumlu katkıyı da ayrıca not etmek isterim. Fakat ellisine merdiven dayamış bir adam için böylesine ağır sorumluluk gerektiren bir işi tek başına yerine getirebilmek neredeyse imkansız gibi birşey. Örneğin şu anda burada toplam elli iki tilki dostumuz var ve bu kadar kalabalık bir tilki grubunu beslemekte öyle kolay olmasa gerek. Her hafta et marketine giderek onca tavuğu, hindiyi satın almak, onları eve getirdikten sonra birbir pişirmek ve buraya getirip siz o çok sevgili tilki dostlarıma bir güzel servis etmek için ne gücüm var, ne zamanım var ve nede onları satıon alabilecek param var. İşte bütün bu sebeplerden dolayıdır ki şimdilik bu isteğinizi yerine getirmem imkansız gibi birşey. Lütfen beni yanlış anlamayın ve bana hak vermeye çalışın” diyerek o isteği gayet anlaşılık bir dille geri çevirince, bu sefer orada bulunan bütün tilkiler hep birlikte koro halinde:

“İsteriz, isteriz,isteriz!” şeklinde bağırıp, bir güzel tempo tutunca bizim o iyi kalpli Veysel Baba’da ister istemez o çok sevgili tilki dostlarının o isteğini kabul etmek zorunda kaldı ve onlara:

“Sizin gibi tatlı, sizin gibi yaramaz ve sizin gibi sevimlimi sevimli dostlarımı kıramayacağımı çok iyi biliyordunuz. Yine beni en zayıf yerimden vurdunuz ve beni öylesine ağır sorumluluk gerektiren bir yükün altına soktunuzki. Oysaki ben buraya o büyük lordunuz Parapanu’nun o isteğini yerine getirmek için ve sizleri her konuda daha da bilgilendirmek için gelmiştim. Ama şimdi sizler bu ağır sorumluluk gerektiren ders programlarına bir de yemek listesi eklemek istiyorsunuz. Ve böylelikle bana verilen o görevde sizin bu isteğinizle birlikte de ikiye katlanmış olacak. Uzun bir zamandan beridir bir takım sosyal yardımlarla geçinemeye çalışan bir insan için bir takım yeni yollar aramam gerekecekç Belkide bu sayede yeniden resim yapmaya başlarım ve bu güne kadar biriktirmiş olduğum o antikaları, o değerli objeleri veya eşyaları müşteri bulabilirsem eğer bir bir satıp elden çıkarma yoluna giderim. Ve belkide o zaman ekonomik yönden herhangi bir sorunumuz kalmaz. Şimdilik tek sorunumuz uygun bir müşteri bulmak” şeklinde açıklayıcı bir cevapta bulundu.

Veysel Baba’nın bu son sözlerini o Frekans Taşı sayesinde duyan Prenses Batavine hemen o konuşan tilki Sessiz Ayak’la temasa geçti ve ona bir adres vererek şöylesi bir talimatta bulundu:

“ Şimdi sana bir adres vereceğim ve bu adresi o iyi kalpli yardımsever dostumuz Veysel Baba’ya  ver. Ve ona deki; elinde resim olarak, antika olarak ne varsa hemen o adreste bildirilen yere götürsün ve orada kendisini beklemekte olan o genç bayana saysın. Ve ayrıca ona şunu da söyle; elindeki o sihirli resim fırçasını da asla unutmasın.”

O iyi kalpli Prenses Batavine’den bu talimatı alan Sessiz Ayak hemen devreye girerek o sevgili dostu Veysel Baba’ya bir adres verdi ve Prenses Batavine’nin o isteklerini dolaylı bir biçimde de olsa ona bildirdi. Bu müjdeli haber üzerine orada bulunan herkes çok mutlu oldu ve o mutluluk içinde de tilki kardeşler kendi yuvalarına, bizim Veysel Baba’da kendi evine geri döndü.

Veyse Baba o haftayı yoğun bir iş temposu içerisinde geçirdi. Bir yandan elinde var olan o parayla gidip et marketinden bolca alış veriş yaptı, bir diğer yandan ise elindeki o antikaları bir bir paketleyip kutulara yerleştirdi. Ve daha sonra da o sevgili dostu Sessiz Ayağın kendisine vermiş olduğu o adrese gitmek için taksi çağırdı. Veyse Baba’nın elindeki adres şehir dışındaki bir yeri işaret ediyordu. Bir süre sonra ormanlık bir alana geldiler ve orada da bir yola saptılar. Yol kenarında sanki bir tilkinin kendilerine yol gösterdiğini fark ettiklerinde de bizim Veysel Baba’nın o endişeleri, o korkuları biraz olsun dağılmış oldu. Çünkü ortada bir tilki varsa eğer; orada bir güzellik, bir müjdeli haber mutlaka vardır.

Ve öyle de oldu. Onlar biraz sonra ormanın o derinliklerinde bir yerde, sanki kendilerini bir başka alemin içinde buldular. Çünkü burada herşey daha bir gizemliydi ve daha bir masalımsıydı. O atmosfer içinde bir süre sonra çok küçük bir kulübenin önüne geldiler. Sessiz Ayağın vermiş olduğu o adres bu kulübeyi işaret etmekteydi. Doğru adrese geldiklerinden emin olan bizim Veysel Baba hemen taksiden inip kulübenin kapısına doğru yürüdü. Ve biraz sonrada kulübenin o tahta kapısını çaldığında da hayatının en büyük süprizlerinden birini daha yaşadı böylece. Çünkü o kapıyı açan kişi, bizim Veysel Baba’nın daha birkaç hafta önce o ikinci el pazarında karşılaştığı o güzeller güzeli Prenses Batavine’nın de ta kendisiydi.iki iyi kalpli dost bir süre sohbet ettikten sonra bizim Veysel Baba, taksiye yüklemiş olduğu o antika dolu kutuları çok dikkatli bir şekilde kulübenin içine taşıdı. Ve daha sonra kutuları bir bir açıp içindeki o değerli parçaları Prenses Batavine’ye gösteren Veysel Baba; çok zamanının olmadığını ve dışarıda kendisini bekleyen bir taksi şöförünün olduğunu söyleyerek elindeki bütün parçalara tek bir fiyat istedi. Böylesi bir isteğe daha önceden hazırlıklı olan Prenses Batavine o sevgili dostu Veysel Baba^ya çok güzel bir teklifte bulundu. Prenses Batavine’nin o teklifi karşısında çok mutlu olan Veysel Baba bir sonraki hafta yeniden görüşmek için sözleştikten sonra adeta gözyaşları içinde oradan ayrıldı.

 Veysel Baba ile taksi şöförü o gizemli ormandan ayrılarak yeniden Londra’ya geri döndüler. Veysel Baba yolda o taksi şöförünü uyardı veo gece yaşananlar hakkında hiç kimseye bir şey söylememesi konusunda ona yüklüce bir para verdi. Ve ardından da bu sıkı ilişkinin diğer haftalarda da devam edeceğine dair ona güvence verdi. Çünkü bu ikili daha birkaç hafta daha bu gizemli ormana gelecekleri ve o iyi kalpli Prenses Batavine’ye antika benzeri, resim benzeri bir şeyler satacaklardı ve o paraylada o çok sevgili tilki dostlarına en güzel hediyeleri, en lezzetli yiyecekleri bir güzel satın alabileceklerdi.

Veysel Baba  o hafta tilki dostlarıyla yapacağı o görüşmeye gitmeden önce; bir pizzacıya gitti ve ona toplam elli üç adet pizza siparişi verdi. Ve daha sonra o pizzaları gece saat on iki gibi bir taksiye yükledikten sonra Shoreditch Park’ın kapısına kadar getirdi. Bütün tilki dostları gelmişlerdi ve çok sessiz bir şekilde onu beklemekteydiler. Veysel Baba ilk önce Lord Parapanu^nun kendisine vermiş olduğu o sihirli maskeyi yüzüne geçirdi ve daha sonrada o güzelim pizzaları birbir onlara ikram etti. Daha önce hiç pizza yememiş olan tilki dostlarımız böylesine lezzetli bir servis karşısında çok mutlu oldular. Sevgili hocaları Veysel Baba sözünü tutmuş ve o tilki dostlarına en güzel süprizi yaparak onları bir güzel sevindirmişti.

O gece orada, o Shoreditch Park’ın tam kalbinde çok güzel anlar yaşandı ve bu sayede de bizim Veysel Baba ile o çok sevgili tilki dostları arasında sıkı bir ilişkinin doğması da böylece sağlanmış oldu. Bütün o olan biteni yukarıda gökyüzündeki o muhteşem saraylarından seyreden o büyük kral Parapanu ve o çok sevgili eşi Prenses Batavine çok mutlu oldular. Ve böylesi bir görev için o yalnızlıklar adamı Veysel Baba’yı seçtikleri için de ayrı bir sevinç duydular.

O gece pizzalar bir güzel yendikten sonra Veysel Baba o çok sevgili tilki dostlarına gerek evren hakkında, gerek ilk patlama hakkında, gerek kainatın oluşumu hakkında, gerek gökyüzündeki o galaksiler hakkında, gerek yıldızlar hakkında, gerek gezegenler hakkında ve gerekse de ilk yaratılış hakkında bir takım bilgiler vermeye çalıştı. Veysel Baba’yı çok büyük bir dikkatle dinleyen tilki kardeşler; o gece anlatılanlardan sonra artık daha bir bilgili olmuşlardı ve hiç bilmedikleri o evren hakkında, onun yaratılışı hakkında yepyeni bilgilerle donatılmışlardı.

Veysel Baba’nın o sevgili tilki dostlarına vermiş olduğu o dersler daha sonraki haftalarda da devam etti. Her Cumartesi gecesi Shoreditch Park’ın orta yerinde bir yandan o ders programları devam ederken, bir diğer yandan ise bizim Veysel Baba o sevgili tilki dostlarına en güzel kebapları, tavukları, hindileri,ördekleri, kazları ve pizzaları bir güzel servis ediyordu. Bütün bunları yapaılbesi içinde evde antika adına, resim adına ne varsa satmıştıç ve satacak birşeyi kalmayınca da o iyi kalpli Prenses Batavine’nin kendisine vermiş olduğu o sihirli resim fırçasıyla birçok resim yaptı. Daha sonrada o resimleri götürüp, o gizemli ormandaki kulübesinde kendisini beklemekte olan o yardımsever Prenses Batavine’ye bir güzel sattı. Bu şekilde birkaç hafta daha o gizemli ormanın yolunu tutan bizim Veysel Baba; artık bir noktadan sonra Prenses Batavine’yle yapmış olduğu alış verişi sonlandırmaya karar verdi. Çünkü böyles bir alışveriş bir yandan onu yaralamaya başlamıştı artık ve diğer biryandan da o iyi kalpli Prenses Batavine’ye sanki yeniden tutulup aşık olmaya başlamıştı artık.

Veysel Baba bu kararını en son görüşmeye gittiği zaman o güzeller güzeli Prenses Batavine’ye açıkladıktan sonra adeta yıkılmış bir halde Londra’ya geri döndü. Eğer önündeki o zaman diliminde hayat ona yeni bir takım süprizler hazırlamazsa, o zaman bir daha o Prenses Batavine’yi görmeyecekti. O hafta sonu tilkilerle yapacağı o görüşmeye eli boş giden Veysel Baba’nın o yıkılmış halini gören tilki dostları ona ne olduğunu sordular. Ve bizim Veysel Baba’da bütün olan biteni bir bir o sevgili tilki dostlarına anlatınca o iyi kalpli Sessiz Ayağın aklına çok parlak bir fikir geldi. Sessiz Ayak neredeyse o iki yüz yıla varan yaşamı boyunca; bu bölgede yaşamış olan o insanların yer altına gömdükleri ve daha sonrada oralarda unuttukları o altınlara, o mücevherlere, hazinelere ve hatta paralara çok raslamıştı. Kendileri açısından herhangi bir değeri olmayan o sarı sarı altınlar veya mücevherler şimdi o sevgili dostu Veysel Baba için bir değer teşkil edebilirdi ve bu sayede de o sevgili dostunu yeniden sevindirebilirdi.

Sessiz Ayak bu düşünce içerisinde hemen harekete geçti ve orada bulunan bütün tilki dostlarına onların anlayabilecekleri bir dille bir takım emirler yağdırdı. Veysel Baba daha işin ne olduğunu anlamadan orada bulunan bütün tilkiler bir anda öylece sağa sola doğru koşuşturmaya başladılar. Veysel Baba daha işin ne olduğunu sormadan, o sevgili dostu Sessiz Ayak ondan biraz beklemesini rica etti. Çünkü yüzyıllardır birçok sırrı ve gizemi barındıran o Shoreditch Park ile yakın çevresindeki bazı binalar ve bazı kiliseler adeta bir define odası gibiydi. Ve çok eski zamanlarda o defineleri, o altınları oraya gömen o insanlarda artık yaşamıyorlardı. Öylece yerin altında gömülü bir şekilde kalan ve oralarda öylece unutulan o mücevherler, o altınlar artık yeni sahibine teslim edilmeliydi. Ve bu sayede de o altınların, mücevherlerin daha tehlikeli ellerin eline geçmeside bu şekilde önlenmiş olacaktı.

Kutsal Sandığın koruyucusu olan o iyi kalpli Sessiz Ayağın kendilerine vermiş olduğu o talimatla birlikte sağa sola koşuşturan o tilkiler; birkaç saat sonra geri döndüklerinde hepsininde ağzınnda ya bir altın vardı, ya da çok değerli bir mücevher vardı. Tilki kardeşler ağızlarında getirdikleri o altınları ve mücevherleri o sevgili hocaları Veysel Baba’ya bir güzel sundular. Böylesine anlamlı bir süpriz karşısında çok heyecanlanan Veysel Baba o anda ne yapacağını, ne söyleyeceğini şaşırdı. Sessiz Ayak bütün olan biteni en anlaşılır bir dille Veysel Baba’ya anlattı ve bu anlamlı süprizin devamının da geleceğini söyledi. Artık onların para yönünden herhangi bir sorunları kalmamıştı ve Veysel Baba her hafta istediği yere gidip, istediği herşeyi satın alabilecekti. Ve bu sayedede o sırlarla ve gizemlerle örülü o Shoreditch Park’ta her hafta sonu o tilki kardeşlere verilen o derslerde daha bir güzel geçecekti.