Veysel Baba ile Konuşan Tilki Sessiz Ayak

Birkaç gün önce çok yakınlardaki bir ikinci el pazarına giden ve orada yeni bir takım antika parçalar satın almak isteyen Veysel Baba; o Pazar yerinde çok büyük bir süprizle karşılaşmış ve orada karşlılaştığı bütün tilkilerin ana tanrıçası Prenses Batavine’den birkaç değerli taş satın alarak evine dönmüştü.

Adami o heyecan içerisinde eve döner dönmez hemen o sır yüklü taşları kutusundan çıkarıp bir güzeş incelemeye başladı. Taşların hem renkleri çok değişikti, hem ısı yayıyorlardı ve hemde karanlıkta öylece parlıyorlardı. Adam, korkuyla karışık o tuhaf görünümlü taşlara dokundu ve onlardaki o sırrı, o gizemi çözmeye çalıştı. Elinde toplam beş adet sihirli taş vardı ve hiçbirininin rengi bir diğerine benzemiyordu. Yaptığı işten dolayı bu dünyada var olan bütün renklere çok aşina olan bir adam için; şu anda elinde tutmuş olduğu bu taşlardaki renklerin bir ismi veya bir açıklaması yoktu.

O anda açıklaması zor bir bilmecenin içinde öylece sürüklendiğini düşünen o antika meraklısı adam; gerek konuşan tilki Harşiye’nin, gereksede Prenses Batavine’nin o Kutsal Sandığa dair söylediklerini düşününce bu işten hemen vazgeçti. Çünkü bu iş hem kendisini aşıyordu, hemde içine düşmüş olduğu bu sır dolu bilmecenin, bu gizem dolu yolculuğun daha en başlarındaydı. Böylesi durumlarda bazı şeyleri sanki belli bir plan çerçevesinde işliyordu ve bir takım gizemli güçler sanki ona yeni bir rol biçmiş gibiydiler. Ve eğer o bir takım gizemli güçler gerçektende kendisine bir rol biçmişlerde ve bu rol bütün bir dünyanın geleceğini ilgilendiriyorsa; ozaman büyük bir sabır içerisinde beklemek belkide en doğru davranış şekli olurdu. Çünkü sabır, olgun insanlarda görülen bir davranış biçimidir ve insanın kişiliğinin oluşmasında da en temel unsur yine sabırdır.

Adam, bu düşünceler içerisinde hafta sonunda o yeni dostu konuşan tilkiyle yapacağı o görüşmeyi düşünmeye başlado. Bir yandan ona soracağı o sorular üzerinde yoğunlaşırlen, bir diğer yandan ise o yeni dostları tilkiler hakkında ve onların o dünyası hakkında yeni yeni bilgiler edinmeye çalıştı. Shoreditch Park’ta hayatını kurtaran o iyi kalpli tilki; aslında bütün tilki grupları içinde en yaygınını temsil eden o kızıl tilkiler (red fox) familyasına ait bir tilkiydi. Çocukluğunu geçirdiği o küçük dağ köyünde sık sık karşılaştığı o tilkiler de yine aynı gruba girekteydi. Asya, Afrika, Australya ve Avrupa kıtasında yaşayan en yaygın tilki türü olan kızıl tilkiler; en çokta İngiltere’de görülmekteydiler.

Veysel Baba, o yeni dostu Sessiz Ayağın karşısına bilgisiz bir insan gibi çıkmak istemiyordu. Çünkü o; hem konuşan bir tilkiydi, hem ölümsüz bir tilkiydi, hem o Kutsal Sandığı korumakla görevliydi ve hem de birçok sırra, birçok bilgiye sahip olmalıydı. Ardında bıraktığı o uzun yılların deneyimi, birikimi ve tecrübesi; mutlaka ama mutlaka o iyi kalpli tilki dostuna yansımış olmalıydı. Ve ondaki bu birikim sayesindedir ki; birileri ona hem ölümsüzlük bişanı vermişlerdi, hem konuşma becerisi vermişlerdi ve hemde sözü edilen o Kutsal Sandığı korumu yetkisi vermişlerdi.

Bütün bunları düşünen Veysel Baba; bu yeni dostunun çok sıradan bir tilki olmadığını artık dahada bir kavramaya başlamıştı. Ve bir takım gizemli güçlerin devreye girerek soğuk bir kış gecesinde karşısına çıkardıkları o süpriz dolu anın da, artık bir tesadüf olmadığını da şimdi daha bir anlamaya başlamıştı. Bütün bu süprizlerin mantıklı bi,r açıklaması mutlaka olmalıydı. Dünyada milyonlarda insan varken, sözkonusu o gizemli güçler neden kendisini seçmişlerdi ve neden o konuşan tilkiyi kendi karşısına çıkarmışlardı? Bütün bunların mantıklı bir açıklaması mutlaka olmalıydı. Çünkü son birkaç haftada yaşanan herşey adeta bir zincirin halkaları gibi birbirini takip etmekteydi. Önce bir gece yarısı bu parkın içinden geçerken karşılaştığı o genç bayanın yardımıyla o İrlandalı’nın kanser hastası olan eşine göndermiş olduğu o para. Sonra o senyör lakaplı dostunun daveti üzerine katılmış olduğu o çok gizli olduğu söylenen o Eş Değişimi Programı. Daha sonra kendisine teslim edilen o emanet parayı bir gece yarısı getirip bu parkın bir yerine gömmesi. Ardından o soğuk kış gecesinde bu parkta yaşamına son vermek istediği o kader anı. Ve o sırada orada bulunan veya birileri tarafından oraya gönderilen meçhul bir tilki tarafından hayatının kurtarılması. Ve bu olay üzerine hastahaneden çıktıktan sonra yaşamına dair yeni kararlar alıp, manevi yaşama geri dönmesi. Sonra yine bir gece yarısı o gizemli parka gidip, orada o konuşan tilkiyle tanışması ve hemen ardından da o ikinci el pazarında karşılaştığı o masallar güzeli Prenses Batavine’den o sihirli taşları satın alması.

Adam, son birkaç haftadır yaşamış olduğu bu ilginç olayların, bu tuhaf olayların ve bu gizem yüklü olayların bir tesadüf olamayacağını düşündü. Çünkü yaşadığı olaylar, öyle sıradan olaylara hiç benzemiyordu ve hiç birisinin de mantıklı bir açıklaması yok gibiydi. Yaşam her an, her insanın karşısına bir takım süprizler çıkarabilirdi. Ve her insanın yaşamında bir takım süprizler mutlaka vardı ve olmalıydıda. Buraya kadar herşey normaldi, ama onun şu son birkaç hafta içinde yaşamış olduğu bütün o olayların öyle basit bir açıklaması veya izahı yok gibiydi. Çünkü hiç beklemediği bir anda, hiç tanımadığı birisi kendisine çok yüksek bir miktardaki parayı emanet etmişti. Ve o gizemli güçler belkide o parayı kendisine vererek sınamak istemişlerdi. O da böylesi bir sınavdan başarıyla geçtiği için, belkide o gizemli güçler bu seferde onu o Eş Değişim Programı’yla ödüllendirmişlerdi. Fakat o, daha önceden kendi kendisine vermiş olduğu o yeminine sadık kalarak; o programın dışına çıkmış ve oradaki herhangi bir kadınla cinsel ilişkiye geçmemişti. Ve her gece onlara; tıpkı o Binbir Gece Masallları’nda olduğu gibi masallar anlatmış ve bu sayede de o bayanları bir güzel uyutmuştu. Acaba onun bu davranışımı o bir takım gizemli güçleri etkilemiştide; bir gece yarısı hayatına son vermek istediği bir anda onun karşısına o konuşan tilkiyi çıkarmışlardı? Veya onun yine bu parkın orta yerinde yapmış olduğu o isyanımı, o haykırışımı o bir takım gizemli güçleri harekete geçirmişti? Veya o emanet paranın sahibi İrlandalı’nın o kanser hastası eşine ve onun o iki küçük kızına yapmış olduğu o yardım mı bütün bunlarda etkili olmuştu? Veya o soğuk kış gecelerinde yine bu parkın içinde öylece aç-susuz dolaşan o tilkiler için bıraktığı o yiyecekler mi; o bir takım gizemli güçlerin dikkatini çekmişti. Ve hatta bir keresinde yine bu parkın tam ortasından geçen o bisiklet yolunda karşıya geçmek için yerde öylece sürünmeye çalışan o solucanları ezilmesinler diye; bizzat eliyle toplayıp çimenlerin içine bıraktığı o insancıl davranışı mı bütün bunlarda etkili olmuştu? Belkide o gizemli güçler, onun çok iyi bir kalbi olduğunu düşündükleri için ve ona güven duydukları için; ona böylesine bir işte görev vermişlerdi ve onu bu şekilde ödüllendirmel istemişlerdi? Şimdilik herşey tam bir muammaydı ve sanki öyle de kalacaktı.

Adam, bütün gün bunları düşündü ve beynini kurcalayıp duran o sorulara mantıklı bir cevap arayıp durdu. Ama cevabı her ne olursa olsun o artık bir bilinmez yola girmişti ve o yolun sonunda hep aramış olduğu o sonsuz mutluluğu belkide bu sayede bulabilecekti. Ve belkide bu yeni dostlukla birlikte yaşamın en güzel anları, en doyumsuz nanları o sırlarla ve gizemlerle örülü o Shoreditch Park’ta yaşanacaktı. Ve orada, o parkın tamda kalbinde konuşan bir tilki ile bir insanın o sevgi dolu dostluğu ve de arkadaşlığı belkide bu sayede; diğer bütün insanlara çok güzel bir örnek olacaktı. En nihayetinde o da bir insandı ve onunda o geçmiş yaşamına dair bir takım hataları, bir takım kusurları, bir takım suçları, bir takım günahları ve bir takım takıntıları mutlaka vardı ve olması da gayet normaldı. Fakat gelinen bu aşamada artık o suçlarından, o günahlarından, o hatalarından veya kusurlarından birbir arınmalıydı ve artık kendine bir çeki düzen vermeliydi. Ve bunun için de o iyi kalpli dostuyla, yani o konuşan tilkiyle sevgiye dayalı, saygıya dayalı ve karşılıklı güvene dayalı bir dostluğun kapısını ardına kadar aralayabilirdi. Ve bu sayede de yıllardır aramış olduğu o mutluluğu, o sevinci, o sonsuz huzuru belkide o iyi kalpli tilkiyle kuracağı o arkadaşlıkta bulabilirdi. Ve belkide bu sayede o güzelim tilkilerin, o sır dolu dünyasına dair bir takım yeni bilgiler ve o bilgikeri de diğer bütün insanlara en güzel bir şekilde anlatarak; onlar hakkındaki o kötü imajları veya o yanlış bilgileride biraz olsun silebilirdi. Belkide söz konusu o gizemli güçler; sırf böylesi bir görevi yerine getirmesi için kendisini seçmişlerdi.

Ve eğer böylesine anlamlı bir görevi yerine getirmek için kendisine bir görev verilmişse; o zaman o da elinden geldiğince bu görevi yerine getirecekti, getirmeliydide. Çünkü bugün yaşıyorsa eğer ve hayata yeniden bağlandıysa eğer; bu çok iyi kalpli bir tilkinin sayesindeydi. Tilkilerin çok akıllı, çok kurnaz, çok çevik ve çok sessiz hareket eden hayvanlar olduklarını zaten biliyordu. Onların çok kurnaz bir hayvan olarak görülmeleri; onları birçok masalın, hikayenin veya öykünün en baş kahramanlarından biri yapmaya yeterli bir neden olarak görülmüştü. Ve bu sayede de onların o kurnazlıkları üzerinden çocuklara bir takım öğütler, uyarılar, bilgiler ve dersler verilmeye çalışılmıştı. Ve böylece gelişim çağındaki çocukların gerek kurnazlık hakkında ve gereksede bazı olaylar karşısında daha da doğru ve daha hızlı karar verebilmeleri amaçlanmıştır.

İçinde tilkinin oldğu bir masa daha da bir dikkatimizi çeker ve dahada bir hoşumuza gider. Çünkü içinde tilkinin olduğu bir masalda veya hikayede mutlaka bir akıl oyunu vardır, mutlaka bir pratik zeka vardır, mutlaka bir kurnazlık vardır, mutlaka bir yanıltmaca vardır, mutlaka bır aldatmaca vardır, mutlaka bir hile vardır, mutlaka bir cambazlık vardır ve mutlaka bir başka şekle veya kılığa bürünmüş bir tilki dostumuz vardır. Ve işte bütün bunlardan dolayıdırki bizler içinde tilki olan o masalları, o öyküleri veya o hikayeleri daha bir heyecanla ve daha bir zevkle okuruz. Ve onlar sayesinde de hem okuma alışkanlığımız daha da bir artar, hem o rüyalarımız daha da bir renklenir, hem içinde tilkilerinde olduğu o güzelim resimleri yapmaya başlarız ve hemde onların sayesinde doğayı öğrenmeye, doğanın o değişmez kurallarını öğrenmeye çalışırız.

Bir ormanı anlatırken, o ormanın derinliklerindeki küçük bir kulübeyi anlatırken, bir köyü veya bir çiftlik evini anlatırken, o çiftlik evindeki o kümese dadanan ve oradaki o tavukları, o hindileri, o ördekleri veya o kazları bir güzel aşıran o başbelası yaramazları anlatırken; hep o küçük dostlarımızı aklımıza getiririz. Bu yönüylede onları hem severiz hemde kızarız. Geceleri uykularımızı bölen o küçük yaramazları kümeslerimizden uzak tutmak için adeta her yolu deneriz, her türlü önlemi almaya çalışırız. Fakat onların o kurnazlığı karşısında başarılı olamayınca da bu sefer onlar hakkında hem intikam çığlıkları atarız, hemde o kızgınlık anında çok ağır sözleri onlar için sıralayıp dururuz. Örneğin:

  • Tilkiden dost, çakaldan post olmazç
  • Tilki postundan vazgeçer, alışkanlıklarından vazgeçmez.
  • Tilkinin dönüp geleceği yer kürkçü dükkanıdır.
  • Tilkiyi canından eden parlak kürküdür.
  • Tilki kadar kürkçü dükkanına uğrayan yoktur.
  • Tilki, tilkiliğini anlatıncaya kadar postu elden gider.
  • Tilki, aslanın artığı ile doyar.
  • Aslan yer, tilki bakar.
  • Yatan aslandan, gezen tilki yeğdir.
  • Tilki gibi kurnaz kimse.
  • Adamın kafaında kırk tilki dolaşır, ama kırkının da kuyruğu birbirine değmez.
  • Tilki kümesi iyi tanıyor diye bekçi yapılır mı?
  • Tilki uykusunda bile tavuk görürmüş.
  • Tilki uzaktası tavuklar için: “Eminim onlar karttır” demiş.
  • Tilki aşıramadığı tavuklar için: “Eminim ki onlar hormonluydu” demiş.
  • Tilki erişemediği tavuklar için: “Zaten onlar organik değillerdi” demiş.
  • Tilkiyi çiftliğin başına geçirirseniz eğer, kümes elden gider.
  • Tiliye: “Kebap yermisin?” diye sormuşlar “Adamı güldürmeyin” demiş.

Bu ağır sözlere karşılık, bu düşündürücü sözlere karşılık; yine de o kurnaz dostlarımız bizim o güzel yaşamımızın bir parçasıdırlar. Çünkü onlar olmasaydı eğer; o nhikayeler, o masallar hep yarım kalırdı. Çünkü onlar olmasaydı eğer; o güzelim rüyalarımız ve düşlerimiz hep eksik kalırdı, hep renksiz olurdu. Çünkü onlar olmasaydı eğer; belkide bizler bu kadar yaratıcı olamazdık. Çünkü onlar olmasaydı eğer¸bizler bu kadar masalı, bu kadar hikayeyi ve bu kadar öyküyü kaleme alamazdık. Çünkü onlar olmasaydı eğer; bizim o yaşam yorgunu Veysel Baba yeniden yaşama bağlanıpta söz konusu bu hikayeleri yazıpta kaleme alamazdı.

Veyse Baba, bir hayli üzüntü verici durumu biraz olsun değiştirebilmek için ve o güzelim çocuklara çoktandır unutmuş olduğumuz o doğa sevgisini biraz olsun aşılamak için söz konusu bu Shoreditch Park Hikayeleri’ni yazmaya karar verdi. Çünkü sevgi, çok güzel birşeydi. Doğa sevgisi ve hayvan sevgisi daha da güzel bir şeydi. Çünkü içinde sevgiyi yeşertmeyen bir insan için veya sevgiye yer vermeyen bir insan için yaşamın hiçbir değeri olamazdı. Çünkü doğa, sevgi üzerine inşa edilmişti ve doğanın varlık nedenide yalnızca sevgiydi.

Veyse Baba, o birkaç günü özelliklede tilkiler konusunda araştırma yaparak geçirdikten sonra; o haftaki görüşmesine gayet donanımlı bir şekilde gitti. Ve o iki yeni arkadaş, iki yeni dost; bir Cumartesi gecesi çok geç bir saatte o sırlarla ve gizemlerle örülü Shoreditch Park’ta yeniden bir araya geldiler. O sırada bütün bir şehir derin bir uykudayken ve sokaklar bomboş iken; bu iki yeni arkadaşın bir parkın orta yerinde buluşması ve orada derin bir sohbete dalması ne kadarda güzeldi ve ne kadarda görülmeye değerdi. Konuşan bir tilki ile bir insanın bu yeni dostluğu; belkide çok gizemli olayların yaşanacağına dair bir işaret gibiydi.

O sohbet esnasında bir ara bizim Veysel Baba bizzat kendi eliyle pişirmiş olduğu o fırında pişmiş tavuğu bir güzel ikram ettikten sonra ona: “Sevgili dostum, bu tavuğu satın alabilmek için geçen gün çok erken bir saatte kalkıp et marketine gitti. Sana hem daha taze, hem daha sağlıklı ve hemde daha organik bir tavuk yedirmek istedim. Nasıl, güzel değil mi? Dışarıda yediklerinden daha lezzetli değil mi?” diye sorunca, bizim o konuşan tilki Sessiz Ayak büyük bir mutluluk içinde: “Gerçektende böylesine lezzetli ve böylesine nefes pişmiş bir tavuğu daha önce hiç yememiştim. Bana böylesine bir hediye getirdiğin için ve bu gece beni avlanma derdinden kurtardığın için sana çok teşekkür ederim. Biliyorsunki bu aylar bizim hem çiftleşme ve hemde yeni bir  eş bulma aylarıdır. Ve bu aylarda biz dişi tilkiler beğeneceğimiz bir erkek tilki bulabilmek ümidiyle bu parkın içinde ve çevresinde öylece dolaşıp durmaktayız. Ve bundan dolayıda avlanmaya pek zaman ayıramamaktayız. Beni bu gecelikte olsa avlanma derdinden kurtardığın için sana yeniden teşekkür ederim” şeklinde bir cevap verdi.

Böylesine bir cevaba çok sevinen Veysel Baba bu seferde: “Madem çok beğendiğini söylüyorsun, o zaman ben de her görüşmemizde sana çok değişik yiyecekler getiririm. Ve daha hiç yemediğin o etlerden, o frırında pişmiş hindilerden, ördeklerden, kazlardan ve hatta tavşanlardan sana getiririm ve böylelikle de seni mutlu etmek için elimden gelen ne varsa hepsini yapmaya çalışacağım. Çünkü sen çok iyi kalpli bir tilkisin ve sana bir can borcum var. Ve bundan böyle aramızda sevgiye dayalı bir dostluğun oluşması içinde; artık sana Sessiz Ayak demek istiyorum. Sana bu ismi vermemdeki asıl neden; geceleri çok sessiz bir şekilde hareket etmen ve sessiz bir şekilde karanlıklara karışman. Doğaya çok saygılı olan ve doğayla barışık bir şekilde yaşamaya çalışan o amerikan yerlileri de; kendilerine bir isim verirken veya bir isim seçerken tıpkı benim şuan vermiş olduğum o isim gibi doğadaki objeleri, hayvanları, onların hareketlerini veya onlarıon dikkat çeken yanlarından esinlenerek kendilerine bir isim takarlar. Ve ben de, senin o sessiz hareketini veya o sessiz yürüyüşünü düşünerek artık bundan böyle sana Sessiz Ayak demeye karar verdim. Nasıl, yeni adını beğendin mi?” şeklinde bir başka soru sordu.

Veyse Baba’nın bu anlamlı sözleri üzerine Sessiz Ayağın gözleri dolu dolu oldu. Çok duygulanmıştı ve ilk defa bir insandan böylesdine güzel ve böylesine anlam yüklü sözler duyuyordu.

Ve daha birkaç gün önce hayaını kurtardığı bir adamın böylesine düşünceli olması bizim konuşan tilkiyi çok mutlu etmişti. O mutluluk içinde Sessiz Ayak: “Bana yeni bir isim vermene çok sevindim. Sessiz Ayak, çok güzel bir isim ve benim sessizliğimi,sessizce karanlıklara karışmamı çok güzel ifade etmekte. Bir yanda o sevgili annemin neredeyse ikiyüz yıl kadar önce vermiş olduğu Harşiye ismi, bir diğer yanda ise sizin biraz önce vermiş olduğunuz Sessiz Ayak ismi; her ikiside güzel ve anlamlı. Benim için farketmez. Bu yeni ismin hem söylenişi güzel ve hemde biz bütün tilkileri çok iyi ifade etmekte” diye bir cevap verince, bizim Veysel Baba hemen devreye girerek: “Ve ayrıca bu yeni ismi ileride kaleme almayı düşündüğüm bazı hikayelerde kullanmayı düşünüyorum. Ve böylelikle de bütün dünya çocukları o gizem dolu hikayelerde bir konuşan tilki ile bir insanın sevgiye dayalı o güzelim dostluğunu, arkadaşlığını bir güzel okumuş olacaklar. Ve böyleliklede orada çok iyi kalpki bir konuşan tilkiyi, bir yardımsever tilkiyi tanımış olacaklar” şeklinde bir cevap verdi.

Bütün bu konuşmalardan sonra herşey daha bir netleşmişti ve daha bir kesinlik kazanmıştı. Fakat bizim Veysel Baba’nın süprizleri daha bitmemişlti. Çünkü o gece yerine getirmesi gereken bir iş vardı ve yanında getirmiş olduğu bir emaneti mutlaka ama mutlaka o yeni dostuna, yani bizim konuşan tilki Sessiz Ayağa teslim etmesi gerekiyordu. Ve hemen sırt çantasındaki o gizemli taşları çıkararak sevgili dostuna uzattı. Veysel Baba’nın elindeki taşları gören Sessiz Ayak büyük bir heyecan içerisinde: “Bu taşları nereden buldun? Bunlar çok uzun yıllar önce Kutsal Sandık’tan çalınan taşlar. Yıllarca bu taşları arayıp durdum. Lütfen söyler misin bana, bu taşlar nasıl eline geçti?” diye sorunca, Veysel Baba da: “Geçenlerde ikinci el pazarına gitmiştim. Ve orada dikkatimi çeken genç bir bayanla tanıştım. Adı Batavine’ymiş ve sizin Lordunuz Parapanu’nun da eşiymiş. İşte o genç bayan bu gizem dolu taşları sana vermem koşuluyla bana emanet etti. Ve ben de şimdi o genç bayana vermiş olduğum o sözü yerine getirerek yarım kalmış bir işi bu şekilde tamamlamak istiyorum. Nasıl, bu son süprizimi daha bir beğendin öyle değil mi?” şeklinde bir cevap verdi.

Küçük patileriyle taşlara dokunan ve onları birbir öpüp koklayan Sessiz Ayağın o anda yaşamış olduğu o sevinci, o mutluluğu tarif etmek imkansız gibiydi. Çünkü çok uzun yıllar önce kendi koruması altındaki o Kutsal Sandık’tan çalınan beş adet sır yüklü taş en sonunda bulunup, geri getirilmişti. Ve böylelikle yüzlerce yıllık bir bilmece de; bu şekilde o sırlarla ve gizemlerle örülü Shoreditch Park’ta biz çözüme kavuşmuştu. Herşey sanki bir bir aydınlığa kavuşacaktı. Çünkü orası Shoreditch Park’tı ve o park bütün gizem dolu olayların asıl merkeziydı artık.

Veysel Baba ile Prenses Batavine

Prenses Batavine:

O, yeryüzündeki bütün tilkilerin ana tanrıçasıdır.

O, yeryüzündeki bütün tilkilerin tanrısı Parapanu’ya es olandır.

O, en şefkatli olandır.

O, en merhametli olandır.

O, en yardımsever olandır.

O, en gizemli olandır.

O, en güzel olandır.

O, adeta bir güzellik sembolüdür.

O, adeta bir doğurganlık sembolüdür.

O, adeta bir varlık sembolüdür.

O, adeta bir bereket sembolüdür.

O, adeta bir sevgi sembolüdür.

O, adeta bir ruhaniyet sembolüdür.

O, bütün ana tanrıçalar içinde en seçkin olandır.

O, bütün ana tanrıçalar içinde en bilgili olandır.

O, bütün ana tanrıçalar içinde en duygusal olandır.

O, bütün ana tanrıçalar içinde en bilinmez olandır.

O, bütün ana tanrıçalar içinde en sırla donatılandır.

O, bütün ana tanrıçalar içinde en çok aşık olunandır.

O, bütün ana tanrıçalar içinde en çok rüyalara girendir.

O, bütün ana tanrıçalar içinde en çok düşlere girendir.

O, bütün ana tanrıçalar içinde en çok hayallere girendir.

O, her an yanıbaşımızda olandı.

O, her köşebaşında karşımıza çıkandı.

O, bazen bize bir antikacı olarak görünendi.

O, bazen bize bir masal kahramanı olarak görünendi.

O, bazen bize bir hayal kahramanı olarak görünendi.

O, bazen bize bir kraliçe şeklinde görünendi.

O, bazen bize bir prenses şeklinde görünendi.

O, bazen bize bir insan şeklinde görünendi.

O, bazen bize aşkı anlatandı.

O, bazen bize sevgiyi anlatandı.

O, bazen bize sadakati öğretendi.

O, bazen bize yaşamayı öğretendi.

O, bazen bize yaşamın sırlarını öğretendi.

O, bazen bize hayal kurmayı öğretendi.

O, bazen bize dost olmayı ve dost kalmayı öğretendi.

O, bazen bize yeni kapılar aralayandı.

O, bazen bize unuttuğumuz o değerleri yeniden hatırlatandı.

O, adeta bize bir armağan gibi sunulandı.

O, adeta bize sonsuz bir huzur verendi.

O, adeta bize mutlulukların en güzelini verendi.

O, adeta bize yeni heyecanlar verendi.

O, bazen bir kuşun kanadında umuda dönüşendi.

O, bazen bir kelebeğin kanadında sevgiye dönüşendi.

O, bazen bir çiçeğin yaprağında aşka dönüşendi.

O, bazen bir sonbahar yaprağı gibi öylece savrulandı.

O, bazen bizim o kırık kalplerimizi onarandı.

O, bazen bizim o duygularımıza tercüman olandı.

O, bazen bizim o  ayrılıklarımıza son verendi.

O, bazen bizim o  gözyaşlarımızı dindirendi.

O, sanki bir masaldan öylece çıkıp gelivermişti.

Ve o, sanki bir varmış bir yokmuş gibi bir şeydi.

Ve o, sözkonusu bu hikayelere bir yerden giriş yapıp; bizim o yalnızlıklar adamı Veysel Baba’nın o sıradanlaşmış yaşamında yeni bir sayfa açandır.

Bir yalnızlık çemberi içinde kendisine bir çıkış yolu arayan Veysel Baba; o olaydan sonra ilk önce bir manevi arınma süreci içine girdi ve kndisini eve kapatıp adeta inzivaya çekildi. Artık o içi boş yaşam şeklinden biran önce kurtulması gerekiyordu. Ve yeni bir yaşama yelken açabilmesi içinde olaya daha farklı bir gözle bakması gerekiyordu. Çünkü onun, geçmişte kalan o yaşamında gerek insana dair, gerek onun o ikiyüzlülüğüne dair, gerek onun o çıkarcı, o menfaatçi yönüne dair, gerek onun ihanetlerine dair ve gereksede onun inşaa etmeye çalıştıgı o suç imparatorluğuna dair, o günah imparatorluğuna dair çok karanlık noktalar vardı. Ve işte bütün bunlardan dolayıdırki o yaşam yorgunu adam; bundan sonraki yaşamında insana dair bir birlikteliğe, insana dair bir ilişkiye veya dostluğa pek yer vermek istemiyordu. Çünkü o artık hem yorgundu, hem yaşlanmıştı ve hemde insana dair o ilişkilerin içinde bir takım yeni ihanetlerle, yeni terkedilmişliklerle ve yeni hayal kırıklıklarıyla karşılaşmak istemiyordu. Çünkü onun o yorgun bedeni artık böylesi yeni darbeleri kaldıramazdı. Adam bu düşünceler içinde daha birkaç gün önce yaşamını kurtaran o meçhul tilkiyle tanışabilmek için ve onunla arkadaş olabilmek için; bir gece yarısı o sırlarla ve gizemlerle örülü o Shoreditch Parlk’ın yolunu tuttu. Uzun uzun yakardı, yalvardı, onunla tanışmayı istediğini dile getirdi ve yanında götürdüğü o yiyecekleri ona sunmak istedi. Ve bu durumu farkeden o iyi kalpli tili de daha fazla dayanamayıp Lordu Parapanu’dan o adamla konuşabilmesi için izin istedi. Ve bazı kuralları çiğnememesi karşılığında Lordu Parapanu’dan izin alan o konuşan tilki Harşiye’de hemen parka geri dönerek o adamla tanışmış ve onunla sevgiye dayalı, saygıya dayalı bir dostluğun ilk temellerini atmıştı.

O gece çok mutlu bir şekilde eve dönen Veyse baba’da hemen bir sonraki görüşmenin o planları üzerine kafa yormaya başlamıştı. İlk önce o yeni dostuna vereceği isim üzerinde bir çalışma yaptı ve onun o sessiz yürüyüşünü anımsatsın diye ona artık bundan böyle Sessiz Ayak demeyi uygun gördü. Sonra ona soracağı bir takım soruları belirledi. Ve en sonunda da o sevgili dostuna sunacağı o yiyecek listesi üzerinde ve o yemek menüsü üzerinde çok detaylı bir çalışma yaptı. Ve hemen en yakındaki bir et marketine giderek oradan tavuk gibi, hindi gibi, ördek gibi ve kaz gibi birşeyler satın aldı. Artık alış-veriş sorununu çözmüştü ve haftada bir kez çok erken bir saatte kalkarak burayda, bu et marketine gelerek hem ucuz alış-veriş yapacaktı ve hemde sağlıklı bir alış-veriş yapacaktı.

Böylesine sorumluluk gerektiren bir sorunu daha en iyi bir şekilde çözdüğünü düşünen Veysel Baba; bu seferde her hafta yaptığı gibi o ikinci el pazarının yolunu tuttu. Çünkü o bir antika meraklısıydı ve o ikinci el pazarlarını, o antika sergilerini gezmeyi çok seviyordu. Bazen o pazarlarda antika sayılabilecek bir takım objeler, parçalar, eşyalar ve kitaplar, resimler bulabiliyordu. Ve ayrıca o pazarlarda tıpkı kendisi gibi antika meraklısı insanlarla hem tanışma fırsatı bulabiliyordu ve hemde onlarla yapmış olduğu o sohbetlerde özelliklede antika gibi konularda çok yeni bilgilerde edinebiliyordu. Gerçi onun bu antika merakı, ona ekonomik yönden çok pahalıya mal olmuştu ve bir zamanlar resim yaparak kazandığı o paralarıda yine bu ikinci el pazarlarında harcamasına neden olmuştu. Fakat onun bu antika merakı herşeyin üstündeydi ve vazgeçilmez bir alışkanlıktı.

Ve o antika meraklısı adam her hafta yaptığı gibi yine o gün de, o ikinci el pazarının yolunu tuttu. Yeni bir takım heyecanlar yaşamak için antika pazarının yolunu tutan o adamı, yani bizim Veysel Baba’yı aslında bu sefer çok büyük bir süpriz beklemekteydi. Ve bu büyük süprizden habersiz bir şekilde antika pazarının yolunu tutan Veysel Baba; orada bir tezgahın başında öylece oturan ve elinde tutmuş olduğu o kitabı öylece okuyan o güzel kızı gördüğünde, o masalımsı prensesi gördüğünde çok heyecanlandı. Ve o heyecan içerisinde ne yapacağını şaşırdı, nasıl hareket edeceğini şaşırdı. Adeta eli ayağına dolaşmış bir şekilde o pazarın orta yerinde öylece donakaldı. Gerek aşka, gereksede aşık olmaya tövbeli olan ve gönül kapısını çoktandır herkese kapatmış olan o aşk yorgunu adam, o gönül yorgunu adam; çoktandır böylesine bir duyguyu hiç yaşamamıştı.

Gönül kapısını çok uzun yıllar öncesinde kapatarak ve bir daha aşık olmamaya dair kendisine bir söz veren o adama da ne olmuştu böyle? Ve bu kararını yerine getirebilmek içinde halen yaşamakta olduğu o evin bütün duvarlarını ve hatta tavanlarını bir masumiyet abidesine dönüştürmemişmiydi? Ve evin dört bir yanını o Meryem Ana’nın resimleriyle, o azizlerin resimleriyle ve o kutsal bakirelerle donatmamışmıydı? Ve artık o kutsal evde ve de o kutsal bakirelerin bakışları altında yeni bir takım gönül ilişkilerine veya gönül oyunlarına girmeyeceğine dair kendi kendine söz vermemişmiydi? O halde bugün, burada; bu ikinci el pazarının tam da orta yerinde içine düşmüş olduğu bu çaresizlikte neyin nesiydi? Ve bu heyecanı çok yüksek ruh halide acaba neydi? Ve neydi, onu şuradaki o tezgahın başında öylece oturmakta olan o genç kıza çeken şey, o masalımsı prensese çeken şey?

Sorular, sorular, sorular. Adam sanki o anda manyetik bir çekim alanının içine girmiş gibiydi. Artık mantığına hükmedemiyordu ve o anki duyguları sanki herşeyin önüne geçmiş gibiydi. Ve böylesi anlarda her zaman ikilem içine düştüğü o zamanlarda veya karar aşamalarında yapmış olduğu gibi; yeniden o gönüller sultanı Mawlana Jalaluddin-i Rumi’ye sığınma ihtiyacı duydu ve onun o aşka dair sözlerinden kendisi için bir çıkış yolu aradı. Çünkü aşkı en iyi yorumlayan ve en iyi anlatan O’dur. Ve o, aşk konusunda derki:

“Aşk öyle bir saltanat ki, vakti yoktur.”

“Aşık ol aşık, aşkı seç ki sen de seçilmiş olasın.”

“Aşk, ilahi sırrı keşfeden bir alettir.”

“Aşk, hiçbir afetten öğüt almaz.”

“Aşk, saygıya sığmaz, ölçüye gelmez sevgidir.”

“Aşk, altın değildir, saklanamaz. Çünkü aşığın bütün sırları meydandadır.”

“Aşk, davaya benzer, cefa çekmek de şahide.Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki.”

“Aşık altına benzer, bela ateşe; halis altın ateş içinde ne de hoştur.”

“Yüz kişinin içinde aşık, gökteki yıldızlar arasında parıldayan ay gibi belli olur.”

“Aşkın yedi şehrini geçtikten sonra, hala ilk caddenin ilk sokağındaydık.”

“Aşk anlatılmaz, sadece yaşanır.”

“Halife, Leyla’ya dedi ki: “O sen misin ki Macnun sana tutularak perişan oldu ve kendini kaybetti? Oysaki sen diğer güzellerden daha güzel değilsin ki!” Leyla bu incitici soru karşısında hiddetlenerek: “Sus, çünkü sen Macnun değilsin ki!” diye cevap verdi.”

Veysel Baba, böylesine ikilem içinde kaldığı durumlarda adeta kendisine rehber edinmiş olduğu o gönüller sultanı Hz. Mawlana’nın aşk üzerine söylemiş olduğu o güzel sözleri yeniden hatırına getirdikten sonra kararını verdi ve orada o tezgahın başında öylece oturan o genç bayana doğru yürüdü. Artık her ne pahasına olursa olsun o genç bayanla mutlaka tanışmalıydı ve onun o küçük tezgahından birşeyler satın almalıydı. Adam, ilk önce o genç bayanı şöyle göz ucuyla biraz süzdükten sonra, tezgahın üstünde duran çok ilginç parçalarla ilgilenmeye başladı.

Veysel Baba’nın büyük bir dikkatle incelemeye çalıştığı o küçüjk tezgahta daha önceden hiç görmediği bir takım objeler, antikalar ve taşlar vardı. Özellikle de taşlarİ hem çok ilginçti, hem renkleri çok tuhaftı, hem çok gizemli bir çekicilikleri vardı ve hemde sanki bu dünyaya ait değillermiş gibiydiler. Adam, resim yapmayı çok sevdiği halde ve renkleri çok iyi tanıdığı halde yinede bu taşlardaki renkleri daha önce hiç görmemişti. Adam, o şaşkınlık içinde tezgahın üstünde duran o ilginç görünümlü taşlardan birini eline aldı ve biraz inceledikten sonra da o genç bayana: “Bu taşlardaki renkler çok değişik, çok ilginç. Sanki bu dünyaya ait değillermiş gibiler ve sanki başka bir gezegenden veya başka bir galaksiden buraya gelmiş gibiler. Çok gizemli bir yapıları var ve insanı öylece içine çekip adeta kendine esir eyleyen büyülü bir halleri var. Lütfen bu taşların ne olduğunu, neye yaradıklarını veya bu taşlardaki sırrı bana söyleyebilir misiniz?” diye sorunca, o genç bayanda: “Evet, bu taşlar gerçektende bir takım sırları ve gizemleri içinde barındıran çok sihirli taşlardır. Ve bu taşlardaki renklerde başka bir galaksiye aittir. Ve ayrıca bu taşların her birinin ayrı bir anlamı ve ayrı bir özelliği vardır” şeklinde bir cevap verince, Veysel Baba daha bir meraklandı ve: “Ne gibi?” diye sorunca, o genç bayanda: “Bu taşların; aslında hala var olduğuna inanılan o Kutsal Sandığa ait olduğu söylenir. Ve bu taşların çok uzun yıllar önce o Kutsal Sandık’tan çalınarak karanlık bir mağaranın en derin bir yerinde öylece saklandıkları söylenir. Ve artık bu taşların söz konusu o Kutsal Sandığa geri dönmelerinin vakti gelmiştir” şeklinde bir cevap verdi.

Böylesi bir cevap karşısında Veysel Baba’nın aklı dahada bir karıştı ve karşısında duran o genç bayanın; gerek önündeki o tezgahın üstünde öylece duran o ilginç taşlara ait sözlerinden, gereksede onların geri dönecekleri o Kutsal Sandığa dair sözlerinden sonra merakı daha da bir arttı ve: “Biraz önce bir Kutsal Sandık’tan bahsettiniz ve bu taşların artık o Kutsal Sandığa geri dönmelerinin vaktinin geldiğinden bahsettiniz. Peki bu nasıl olacak ve benim bu işteki görevim ne olacak? Ve ayrıca siz kimsiniz? Bu antika pazarında ne işiniz var? Çünkü daha önce sizi hiç burada görmemiştim. Sanki bir başka dünyadan gelmiş gibisiniz ve sanki yarım kalmış bir işi tamamlamak için buraya gönderilmiş gibisiniz. Ve sanki bir masalın içinden öylece çıkıp buraya, bu ikinci el pazarının tamda ortasına öylece düşmüş gibisiniz. Ve sanki üzerinizde binlerce yılın o sırları, o gizemleri ve o bilinmezleri var gibi” diye birkaç soruyu ardı ardına sıralayıp sordu.

Böylesine etkileyici ve böylesine içten sorular karşısında çok mutlu olan o genç bayan bu sefer daha gizemli bir ses tonuyla şöyle bir cevap verdi: “Öncelikle bana bir söz vermeni istiyorum ve biraz sonra anlatacaklarım sadece ikimizin arasında kalmalı. Çünkü bunlar çok önemli bilgiler ve bütün bir geleceği ilgilendiren bilgiler” deyip, Veysel Baba’dan bir söz aldıktan sonra konuşmasına devam etti ve ona, gizli kalması koşuluyla şu bilgileri verdi: “ Benim adım Batavine’dir ve ben bütün tilkilerin koruyucu lordu olan o büyük kral Parapanu’nun eşiyim. Yani aslında bir tilkiyim ve yarım kalmış bir görevi tamamlamak için insan şekline bürünerek bugün buraya, bu Pazar yerine geldim. Gerek eşim Parapanu, gerek ben ve gereksede o Büyük Tilki Konseyi olarak szin varlığınızdan haberdarız ve o gün, o parkta yaşadıklarınızı da çok iyi bilmekteyiz. Ne kadar yalnız olduğunuzu, ne kadar acılara maruz kaldığınızı, ne kadar insanlar tarafından dışlandığınızı, ne kadar umutsuzluğa itildiğinizi ve ne kadar gözyaşı döktüğünüzü de çok iyi bilmekteyiz.

Sevgili Veysel Baba! Çok iyi bir insansınız ve çok iyi bir kalbe sahipsiniz. Ve o gün, o parktaki kaykırışınız, isyanınız vede o ölüm çığlığınız üzerine; sizi yeniden hayata geri döndürmesi için o sevgili dostumuz Harşiye’yi devreye soktuk. Ve bu sayede de sizi yeniden hayata bağlayarak, bir başka dünyanın kapısını ardına kadar size açtık. Madem insanlardan yoruldunuz ve onların dünyasına elveda dediniz; o zaman biz de kendi tilki dünyamızı ardına kadar sana açıyoruz.

Sevgili Veysel Baba! Öncelikle bugün buraya niçin geldiğimi anlatayım. Aslında ben bugün hem sizinle tanışmak için ve hemde bu sır dolu kutsal taşları size vermek için geldim. Çünkü bu taşlar, şuan o konuşan tilki kardeşimiz Harşiye’nin koruması altındaki o Kutsal Sandığa aittir ve oraya geri konmaları gerekmektedir. San şimdi bu taşları al ve haftasonu Harşiye’yle yapacağın o görüşmede mutlaka ona ver. Ve şunuda unutmaki ben birkaç hafta daha buradayım ve seni bu antika pazarında bekleyeceğim. Çünkü o Kutsal Sandığa dair başka başka emanetleri de yerine konulması şartıyla sana teslim edeceğim. Şimdilik söyleyeceklerim bunlardır.”

Bu uzun konuşmadan sonra daha bir şaşıran Veysel Baba; elinde tutmuş olduğu birkaç sihirli taşla o ikinci el pazarının orta yerinde öylece kalakalmıştı. Çünkü biraz önce konuştuğu ve sohbet ettiği o genç kız veya Lord Parapanu’nun eşi olduğunu söyleyen o bütün tilkilerin ana kraliçesi Batavine bir anda öylece ortadan kaybolmuştu ve adeta sır olup öylece yok olmuştu. Sözde birkaç antika eşya satın alabilmek için o gün, o Pazar yerine gelen bizim antika meraklısı Veysel Baba; bu sefer hiç beklemediği bir süprizle daha karşılaşmış ve orada yeyüzündeki bütün tilkilerin ana tanrıçası olan o Prenses Batavine’yle tanışmıştı. Ve onunla gerek o tilkilerin dünyasına dair, gerekse de o Kutsal Sandığa dair bir takım sırları paylaştıktan sonrada bir güzel evine geri dönmüştü..

Veysel Baba ile Konuşan Tilki Harşiye

Konuşan Tilki Harşiye:

O, iyi kalpli olandır.

O, sevgi dolu olandır.

O, gönüllerimize girendir.

O, hayallerimize girendir.

O, yardımsever olandır.

O, iyiliksever olandır.

O, merhametli olandır.

O, şefkatli olandır.

O, vicdanlı olandır.

O, ölümsüz olandır.

O, Kutsal Sandığı koruyandı.

O, Kutsal Emanetlere sahip çıkandı.

O, Kutsal Emanetleri koruyup, gözetendi.

O, karanlık gecelere eş olandı.

O, karanlık gecelerde ışık saçandı.

O, karanlık gecelerde yol gözterendi.

O, en iyi sır saklayandı.

O, en gizemli olandı.

O, en bilgili olandı.

O, en akıllı olandı.

O, en cesur olandı.

O, en yaşkı olandı.

O, bizim kalbimize seslenendi.

O, bize hayal kurdurandı.

O, büün o unutulmuş değerleri yeniden bize hatırlatandı.

O, bütün o güzellikleri yeniden bize gösterendi.

O, ertelenmiş olan o güzelim hayallerimizin asıl adıydı.

O, bizi iyiliğe davet edendi.

O, bizi güzelliğe davet edendi.

O, bizi sevgiye davet edendi.

O, bizi paylaşmaya davet edendi.

O, bizi yardımlaşmaya davet edendi.

O, bizi duygu birliğine davet edendi.

O, bizi kader birliğine davet edendi.

O, bize yaşamı öğretendi.

O, bize maneviyatı öğretendi.

O, bize hayvan sevgisini hatırlatandı.

O, bize bir başka dünyanın kapısını aralayandı.

O, en doğurgan olandı.

O, bizim Veysel Baba’nın hayatını kurtarandı.

O, bizim Veysel Baba’yı yeniden hayata döndürendi.

O, bizim Veysel Baba’ya yeniden umut aşılayandı.

O, bizim Veysel Baba’ya bu hikayeleri yazdırandı.

O, neredeyse iki yüz yıldan bu yanadır o kutsal Sandığı korumakla görevlidir.

O, neredeyse iki yüz yıldan bu yanadır o kutsal Sy. John’s Hoxton kilisesinin duvar dibinde yaşamakta ve orayı kendisi için kutsal bir sığınak yeri olarak görmektedir.

O, neredeyse iki yüz yıldan bu yanadır o sırlarla ve gizemlerle örülü olan Shoreditch Park’ı kendisi için bir yaşam alanı olarak görmektedir.

O, neredeyse iki yüz yıla varan o yaşıyla birçok şeyi görüpte yaşamıştır.

Ve ona, söz konusu bu kutdal vazifesinden dolayı ölümsüzlük nişanesi verilmiştir.

Ve ona, söz konusu bu kutsal vazifesinden dolayı insanlarla konuşabilme yetisi veya becerisi verilmiştir.

Ve ona, çok uzun yıllar önce doğmuş olduğu o köyün ismi olan Harşiye adı verilmiştir.

Ve o, bizim o yaşam yorgunu Veysel Baba’nın kaleme almış olduğu bu hikayelerde de adı geçen o konuşan tilki Sessiz Ayağın ta kendisidir.

Ve o, artık nerdeyse ikiyüz yıla varan yaşıyla hem çok yorulmuştur ve hemde adına ölüm denilen o şeyi çok özlemiştir. Ve artık yolun sonuna geldiğini düşünen Sessiz Ayak; o amacına ulaşmak için ve adına ölüm denilen o ayrılık şerbetini, o sonsuzluk iksirini tatmak için sanki bir neden aramaktadır.

Ve işte bizim adına Shoreditch Park Stories dediğimiz bu anlamlı çalışma ve bu mesaj yüklü çalışmada bahsi geçen o konuşan tilki Harşiye’nin yani diğer bir adıyla Sessiz Ayağın böylesine bir takım sırları ve gizemleri vardır. Ve bakalım bu mesaj yüklü hikayelerimizde veya çalışmalarımızda; bizim o yaşam yorgunu Veysel Baba ile o konuşan tilkimiz Harşiye arasında sevgiye dayalı nasıl bir dostluk oluşacaktır ve onları nasıl bir son beklemektedir?

Gündüzleri insanlarla dolup taşan ve her bir yanından adeta hayat fışkıran o güzelim Shoreditch Park; geceleri ise bir başka kimliğe bürünerek aslında ne kadar vefalı olduğunu ve ne kadar misafirperver olduğunu bir güzel gösterir.

Gündüzleri her renkten, her ırktan ve her inançtan insanla dolup taşan ve o güzelim çocukların  büyük bir neşe içinde öylece koşup oynadıkları, salıncağa bindikleri ve bazen de uçurtma uçurdukları o sır dolu Shoreditch Park; akşam olupta o gece elbisesini yavaş yavaş giymeye başladığı o andan itibarende bu sefer o güzelim tilkilerin avlarnma yerine, gezip dolaşma yerine, kur yapma yerine, eş bulma yerine ve hatta hakimiyet alanı elde etme yerine dönüşmekteydi.

Çok uzun yıllardan bu yana birçok değişime uğrayan, birçok sırrı içinde barındıran ve birçok olaya tanık olan o gizem dolu Shoreditch Park; bu sefer bütün gübünü kullanarak bir insanla, bir tilkiyi bir araya getirebilmenin ve onlar arasında sevgiye dayalı, saygıya dayalı ve karşılıklı güvene dayalı bir dostluğu oluşturabilmenin bir takım hesapları içine girmişti. Bir yanda o yaşam yorgunu Veysel baba, bir diğer yanda ise o konuşan tilki Sessiz Ayak. Ve işte o soğuk kış gecesinde, o parkın tamda kalbinde ölüm uykusuna yatmaya karar veren o yaşam yorgunu adamı yeniden hayata geri döndürmek isteyen o sır dolu Shoreditch Park; o anda bütün becerisini göstererek o konuşan tilkiyi devreye sokmuştu. Ve bu sayede de yeniden hayata geri dönen Veyse Baba; hem o tilkiyle tanışmak için, hem ona teşekkür etmek için, hem ona bir takım armağanlar sunabilmek için ve hemde onunla sevgiye dayalı bir dostluk kurabilmek için bir gece yarısı o Shoreditch Park’ın yolunu tutmuştu. Ve orada o meçhul tilkiye hitaben bir konuşma yaparak onunla tanışmak istemişti.

Saatlerce orada, o parkın orta yerinde öylece yakaran ve öylece gözyaşı döken Veysel Baba’nın o tükenmiş halini gören Sessiz Ayak; hemen harekete geçerek St. John’s Hoxton kilisesinin duvar dibindeki o yuvasına geri dönmüş ve oradaki o frekans taşı sayesinde lors Parapanu’yla görüşerek ondan izin istemişti. Lord Parapanu’da bir takım kuralları çiğnememesi koşuluyla ona izin vermişti. Ve o iyi kalpli lordundan böylesi bir izni alan Sessiz Ayak’ta hemen Shoreditch Park’a geri dönmüştü.

Artık o konuşan tilki Sessiz Ayak için çok daha önceden konulan o yasakların bazıları o iyi kalpli lordu tarafından kaldırılmıştı. Ve artık böyle bir insanlar konuşabilecekti ve bir insanla sevgiye dayalı bir dostluk kurabilecekti. Ve çok uzun yıllar öncesinden kendisine verilmiş olan o konuşma becerisini artık bir insanla paylaşabilecekti. Ve artık ortaya çıkması gerekiyordu ve o yıkılmış adama bir şekilde de olsa kendisini göstermesi gerekiyordu. Bu düşünceler içinde en güzel haliyle ve en gösterişli haliyle oradaki çalılıkların arasında çıkarak; hala orada, o bankın üzerinde öylece perişan bir halde oturan o adama doğru yürümeye başladı. Ve o sırada herşeyden ümidini kesmiş olan Veysel Baba bir ara oradaki çalılıkların arasından çok güzel tüylere sahip kızıl renkte bir tilkinin kendisine doğru gelmekte olduğunu farkedince çok heyecanlandı ve büyük bir sevinç içinde ona:

“Siz, daha birkaç gün önce burada benim hayatımı kurtaran o meçhul tilkimisiniz?”

“Evet, o meçhul tilki benim.”

“İyi ama, siz konuşuyorsunuz.”

“Evet, ben konuşan bir tilkiyim ve lordumuz Parapanu’nun bana vermiş olduğu o izin sayesinde bu gece buradayım.”

“Yabi benimle arkadaşlık yapmanıza izin verildiğini mi söylemek istiyorsunuz?”

“Evet, belirli kuralları çiğnemediğim takdirde sizinle arkadaş olmama izin verildi.”

“Bu çok güzel bir haber. Beni ne kadar mutlu ettiğinizi bir bilseniz.”

“Biliyorum, çünkü sizin bütün konuşmalarınızı dinledim ve o derin yalnızlık içinde ne kadar acı çektiğinizin de farkındayım. Ve işte ben, konuşan bir tilki olarak bu gece buradayım. Ve artık o kahredici yalnızlıklarınızın bu gece sona erdiğini söyleyebilirim.”

“Yani yalnız olduğum zamanlarda ve sohbet edecek bir dost aradığımda sizi yanımda bilebilecekmiyim?”

“Elbette, her gece aynı saatte ben bu parkın ya içindeyim, ya da civarında bir yerlerdeyim. Buraya gelip Harşiye diye seslendiğinizde ben hemen gelirim. İstersen bu ilk görüşmemizde birbirimizi tanıyalım. Benim adım Harşiye’dir ve bütün tilki dostalarımda beni Harşiye diye çağırırlar. Çok uzun yıllar önce canım kadar sevdiğim annem, bana doğduğum o köyün ismi olan Harşiye adını vermiş. Peki senin adın ne? Yani sana nasıl hitab etmemi istersin?”

“Benim adım da Veysel. Fakat yakın çevremdeki insanlar bana Veysel baba diye seslenirler. Bir zamanlar çok iyiliksever biriydim, çok yardımsever biriydim ve bu özelliğimden dolayıda dostlarım veya arkadaşlarıom yavaş yavaş bana Veysel Baba diye hitab etmeye başladılar. İstersen sen de bana Veysel Baba diya hitap edebilirsin.”

Ve o soğuk kış gecesinde, o sırlarla ve gizemlerle örülü o Shoreditch Park’ın tamda orta yerinde; o yalnızlıkların adamı Veysel Baba ile o iyi kalpli Harşiye arasında sevgiye, saygıya ve karşılıklı güvene dayalı o dostluğun ilk temelleride böylece atılmış oldu. Ve bu durumu gören o güzelim Shoreditch Park’ta; böylesine anlamlı bir tanışmaya vesile olduğu için çok sevindi.

O gece mutlulukların en güzeli, sevinçlerin en anlamlısı o parkta yaşandı. Ve bütün bir şehir o anda en derin uykusunda iken, o parkta adeta masalımsı bir takım sahneler yaşanmaktaydı. İki farklı dünyaya ait o varlıklar arasındaki o sohbet öylesine derinleştiki ve öylesine doyumsuz bir hal aldıki; zamanın nasıl geçtiğini ve nasıl sabah olduğunu onlar bile anlayamadılar. Artık ayrılık vakti gelip çatmıştı ve bir sonraki görüşme için bir tarih belirledikten sonra; Veysel Baba yanında getirmiş olduğu o yiyecekleri en güzel bir şekilde o yeni dostu Harşiye’ye sunduktan sonra evine döndü.

Artık haftada bir kez Cumartesi geceleri o sevgili dostu Harşiye’yle buluşabilecekti ve onunla karşılıklı sevgiye dayalı bir arkadaşlığı ömür boyu sürdürebilecekti. Bu çok mutluluk verisi birşeydi ve her ne pahasına olursa olsun bu dostluğu, bu arkadaşlığı devam ettirmeliydi. Çünkü yeniden o eski günlerine geri dönmek istemiyordu. Ve o yalnızlık dolu günlerinin içinde bir takım yeni bunalımlar da yaşamak istemiyordu. Ve belkide onun bu durumunu bilen bir takım gizemli güçlerde hemen devreye girmişler ve onu yeniden hayata bağlamak için o konuşan tilkiyi onun karşısına çıkarmışlardı.

Veyse Baba böylesine anlamlı ve böylesine mesaj yüklü bir fırsatı geri tepmemeyi düşünerek; bir sonraki buluşmanın planlarını daha o ilk günden yapmaya başladı. Örneğin o tilki dostuna bütün dünya çocuklarınında hemen sevebileceği bir isim vermeyi düşünüyordu. Ve bu konuda amerikan yerlilerini örnek alarak ve onların o doğaya olan saygılarını örnek alaral bir isim belirleyebilirdi. Mesela o sevgili dostunun o karanlıklada ne kadar da sessiz bir şekilde yürüyüpte hareket ettiğini anlatmak için ona Sessiz Ayak diyebilirdi. Ve gerçektende Sessiz Ayak ismi o sevgili dostuna çok ama çok yakışacaktı. Ve ilerili yıllarda bütün bunları bir hikaye biçiminde kaleme almaya niyetlendiğinde; orada o sırlarla ve gizemlerle örülü o Shoreditch Park’ın içinde yaşayan bir tilkiden, bir Sessiz Ayak’tan bahsetmesi ne kadarda güzel olurdu. Tıpkı Uçan Kuş gibi, tıpkı Beyaz At gibi, tıpkı Deloria gibi, tıpkı Cheyenne gibi, tıpkı Dakota gibi, tıpkı Mınowa gibi, tıpkı Sabetha gibi, Satinka gibi, Tiponya gibi ve Winona gibi, Yoluta gibi, Zuzela gibi.

Ve bir sonraki görüşmesinde o sevgili dostuna bir takım sorularda sormak istiyordu. Ve ona, bizzat kendi eliyle hazırlamış olduğu o yiyeceklerden, o yemeklerden de götürmek istiyordu. Çünkü o bir şehir tilkisiydi ve onun o yemek menüsü de öyle çeşitli, öyle renkli ve öyle kalabalık değildi. Bütün bunları düşünen adam bir yandan o isimler üzerinde çalışmaya başladı, bir yandan ona soracağı o soruları hazırlamaya çalıştı ve diğer bir yandan da ona sunacağı o yemek menüsü üzerinde kafa yormaya çalıştı. Örneğin ilk hafta iyi kızarmış bir tavuk, sonraki hafta fırında pişmiş bir hindi ve devamındaki haftalarda da sırasıyla; ördek, kaz, tavşan, balık, at eti, geyik eti, domuz eti, koyun ei, sığır eti gibi çok değişik menüleri bizzat kendi elinden o yeni dostuna bir güzel servis edebilirdi. Çünkü o çok iyi kalpli bir tilkiydi, bir dosttu, bir arkadaştı. Çünkü ona bir can borcu vardı ve o, tüm sevgileri, tüm güzellikleri en iyi bir şekilde haketmekteydi..