Sevgili Tilki Dostlarım – 1

Kutsal Sandığa dair o sırlardan bazılarının ortaya dökülmesinin ardından; o sırlarla ve gizemlerde örülü Shoreditch Park kendi içinde barındırmış olduğu o sırlara ve gizemlere yeni bir takım bilgiler daha eklemişti böylece.

O sır dolu Shoreditch Park ilk önce bizim o yalnızlıklar prensi Veysel Baba ile o konuşan tilki Sessiz Ayağı bir araya getirmiş ve onların arasında karşılıklı sevgiye, saygıya ve güvene dayalı bir dostluğun inşaa edilmesinde bir anlamda aracı olmuştur. Ve daha sonra ise o büyük kral Parapanu’nun izniyle ve ana kraliçe Batavine’nin sevgi dolu sonsuz desteğiyle; Kutsal Sandığa dair bir takım sırlar veya gizemler yine o vefalı Shoreditch Park’ın tamda orta yerinde aydınlığa kavuşmuştu.

O soğuk kış gecelerinde bütün bir şehir uykudayken, gecenin ilerlemiş bir saatinde orada, o gizem dolu parkın içinde bir adamla, bir tilkinin o sevgi arkadaşlığı ve dostluğu özleyine güzel, öylesine masalımsı ve öylesine görülmeye değerdi. Ve kimbilir bu sır dolu, gizem dolu parkın içinde daha ne güzellikler yaşanacaktı ve daha ne masalımsı günler bu parkta hayat bulacaktı. Çünkü orası tüm güzellikleriyle ve tüm bilinmeyenleriyle her türlü canlıya hayat vermeye çalışan Shoreditch Park’tı.

Son zamanlarda o parkın içinde yaşanan bir takım sır dolu olaylar, sanki çok yakın bir gelecekte o parkın içinde veya yakınında bir yerlerde çok önemli bir takım olayların daha yaşanacağını işaret eder gibiydi. Çünkü bizim o yaşam yorgunu Veysel Baba o emanet parayı bu parkta almıştı ve daha sonrada getirip yine bu parkın içine bir yere gömmüştü. Ve yaşamına son vermeye karar verdiği o soğuk kış gecesinde yine bu parkın içinde öylece dolaşan bir tilki tarafından kurtarılıp yeniden yaşama geri döndürülmeside yine bu parkın içinde gerçekleşmişti. Ve ayrıca o bir takım gizemli güçler veya varlıkla sanki bu parkı ve yakın çevresini mekan eylemiş gibiydiler. Bizim konuşan tilki Sessiz Ayak her gece oradaydı, o büyük kral Lord Parapanu’da oradayydı ve onun o sevgili eşi ana kraliçe Batavine’de oradaydı ve birçok dini kaynakta isminden bahsedilen Kutsal Sandık’ya yine o parkın çok yakınındaki o meşhur  St. John’s Hoxton Kilisesi’nin o duvar dibinde gömülüydü. Vedaha hiç bilinmeyen birçok sır ve gizem dolu hadise yine bu parkın içinde çözülecek ve belkide o Kıyamet Günü’nün kapısı yine bu gizem dolu parkın içinde aralanacaktı.

Veysel Baba, o sevgili dostu Sessiz Ayak’la yapmış olduğu o son görüşmeden sonra bütün bunları düşündü. Adam nasıl bir gizemin içine sürüklendiğini ve kendisini daha ne tür süprizlerin beklediğini tam olarak bilmiyordu ve bilmekte istemiyordu. Çünkü bütün o yaşananlar onu çok mutlu etmişti ve yeniden hayata bağlamıştı. Örneğin Prenses Batavine’nin kendisine vermiş olduğu o gizem dolu objeler veya materyaller arka odada öylece ndurmaktaydı. Neler neler yoktuki; örneğin daha anlamını tam çözemediği bir kum saati, bir sihirli ayna, bir hiç bitmediği söylenen kalem, bir sihirli resim fırçası ve bir harmonika ona bir güzel armağan edilmişti. Ya o büyük kral Lord Parapanu’nun kendisine vermiş olduğu o sihirli maskeye ne denmeliydi. Lord Parapanu’nun kendisine söylediğine göre; o sihirli maske sayesinde artık bütün tilki dostlarıyla görüşebilecek ve onlara bir yandan ders vererek onları en iyi bir şekilde bilgilendirmeye çalışacak ve bir diğer yandan da hem onlara, hemde onların o yeni doğan yavrularına en güzel masalları anlatacaktı. Bir yanda o güzelim tilkilere ders veren bir adam veya bir öğretmen, bir diğer yanda ise onların o yeni doğmuş yavrularına masal anlatan bir Masalcı Dede.

Veysel Baba, o büyük kral lord Parapanu’nun kendisine vermiş olduğu o yeni gömrevi en iyi şekilde yerine getirebilmek için yoğun bir çaba içine girdi. Her bakımdan daha da bir donanımlı olmak için önce elindeki o kitapları, o ansiklopedileri, o atlasları ve o coğrafya kitaplarını birbir okuyup, yeniden gözden geçirmeye çalıştı. Ve böyleliklede onun o okul yıllarında edinmiş olduğu o bilgilerde bu sayede yeniden tazelenmiş oldu. Bu yoğun tempo içinde bir ara evden çıkıp kitapçıları dolaştı ve oralardan birçok masal kitabı, öykü kitabı veya resimli hikaye kitabı satın aldı. Çünkü o artık hem bir öğretmendi ve hemde bir Masalcı Dede’ydi.

Ve artık kendisini yeni bir görev süreci için hazırlayan Vysel Baba; bu yeni görevinin bilinci içinde o haftaki görüşmesine gitti. İki iyi dost bir süre sohbet ettiler ve daha sonra bizim Veysel Baba’nın bizzat kendi eliyle hazırlayıpta pişirmiş olduğu o fırında ördeği bir güzel yediler. Ve bir ara bizim Veysel Baba’nın aklına Sessiz Ayağın bir hafta önce o Kutsal Sandığa dair o anlattıkları geldi. Ve hemen konuya girerek şöylesi bir soru sordu:

“Sevgili dostum! Geçen haftaki görüşmemizde seni o Kutsal Sandık konusunda epeyce bir zorladımç ve bundan dolayı da seni, o Büyük Tilki Konseyi karşısında güç bir durumda bıraktım. Kutsal Sandığa dair bana anlattıklarından dolayı herhangi bir yargılanma durumun veya ceza alma durumu var mı?”

“Şimdilik böyle bir tehlike yok gibi, için rahat olsun. Daha önceden bana bildirilen o sınırları daha fazla zorlamadım ve Kutsal Sandığa dair asıl sırlardan sana hiç bahsetmedim. Sana olan güvenim sonsuz, ama yinede lordumuz Parapanu’nun bütün o uyarılarını dikkate almak zorundaydım.”

“İnanki bu ahbere çok sevindim, çok mutlu oldum. Çünkü herhangi bir nedenden dolayı seni asla kaybetmek istemem.”

“Beni ne kadar çok sevdiğini çok iyi tahmin edebiliyorum. Yoksa bütün bir şehir en güzel uykusundayken, senin bu soğuk kış gecesinde burada ne işin olurdu, öyle değil mi?”

“Sevgili dostum! Bu güzel sözlerinle beni daha da bir mutlu ettin. Şimdide gerek seni, gereksede diğer bütün tilki dostlarımızı mutly edecek bir haberi burada seninle paylaşmak istiyorum.”

“Sevgili Veysel Baba! Her hafta buraya yeni bir süprizle geliyorsun ve bundan dolayıda sana karşı kendimi daha da bir borçlu hissetmeye başladım.”

“Böyle birşeyi nasıl söylersin. Bugün yaşıyorsam eğer bu senin sayendedir ve senin o sevgi dolu yüreğin sayesindedir. Beni yeniden hayata bağladın ve bana yeni bir yaşam ümidi sundun. En umutsuz bir anımda karşıma çıkarak bana yepyeni bir dünyanın kapısını aradına kadar araladın.

“Bu güzel sözlerin için ben de sana teşekkür emek isterim. Şimdi gelelim bizi mutlu edeceğini söylediğin o habere. Söyle bakalım nedir o mutlu haber?”

“Geçen gün o ana kraliçeniz Batavine’yi yeniden görebilir miyim ümidiyle yeniden o ikinci el pazarına gitmiştim. Ve orada Prenses Batavine’nin tezgahının olduğu yerde şöyle saçı sakalı ağarmış yaşlı bir adam vardı. O anda sanki bilinmez bir güç beni o yaşlı adamın olduğu o yere doğtu öylece çekmeye başladı. Bir süre o yaşlı adamla sohbet ettikten sonra; o adam kendisini bana yeryüzündeki bütün tilkilerin lordu Parapanu olarak tanıttı. Ve bana bir görev vermek için o gün, o ikinci el pazarına geldiğini söyledi.”

“Yani sen şimdi, bizim o büyük Lordumuz Parapanu’yu gördüğünü mü söylemek istiyorsun. Yani gerçekten o büyük kralımızı gördün mü?”

“Elbette gördüm, ama bir insan şeklinde. Peki sen daha önce onu hiç görmedin mi?”

“Hayır hiç görmedim.”

“Peki onunla nasıl iletişim kuruyordun?”

“Kutsal Sandığa ait o Frekans Taşı sayesinde o büyük kralımızla iletişim kuruyordum.Peki lordumuz o görüşmelerinizde sana ne tür bir görev verdi?”

“Lord Parapanu o görüşmemizde bana sihirli bir maske verdi ve o sihirli maske sayesinde de siz bütün tilkilere ders vermemi söylediç yani o sihirli maskeyi yüzüme geçirdiğimde artık diğer tilkilerle de konuşabileceğimi söyledi. Artol o sihirli maske sayesinde haftada bir gün size ders vereceğim. Sen bugünden itibaren bu parkın civarında yaşayan bütün tilki dostlarımızı haberdar et ve önümüzdeki haftadan itibaren her Cumartesi gecesi saat oniki gibi bu parkta buluşacağımızı söyle onlara. Bu çağrı, o büyük kral Parapanu’nun isteğidir ve emridir. Bundan böyle Shoreditch Park civarında yaşayan bütün tilki dostlarımız benim vereceğim o dersler sayesinde çok iyi bir eğitimden geçecekler. Ve ayrıca önümüzdeki aylarda yeni doğacak olan tilki yavrularına da en güzel masalları, hikayeleri de anlatmamı sıkı sıkı tembih etti.

Sessiz Ayak, o iyi kalpli lordunun böylesine anlamlı isteği karşısında elinden geleni yapacağını ve bir sonraki görüşmeye diğer bütün tilki dostlarını da çağıracağını söyleyerek oradan ayrıldı. Çünkü o haftalar, o güzelim tilkiler için gerek çiftleşme ve gereksede üreme dönemleriydi. Ve bizim o yardımsever dostumus Sessiz Ayak için de aynı şey geçerli olmasına rağmen; o sevgili dostu Veysel Baba’yla geçirdiği o derin sohbetlerden dolayı olsa gerek hala gönlünü kaptıracağı o yakışıklı prensi bulamamıştı.

Adeta bir doğurganlık kraliçesi olan Sessiz Ayak her sene yaptığı gibi bu sene de mutlaka ama mutlaka hamile kalmalıydı. Ve böylelikle de artık ölmeyi düşündüğü bu sene kendi yerine geçecek olan ve o Kutsal Sandığı koruyacak olan o şanslı prensi mutlaka ama mutlaka doğurmalıydı. Çünkü o Kutsal Sandık çok uzun yıllar önce onun ailesine emanet edilmişti ve Kıyamet Günü’ne kadar da onun ailesinin koruması altında kalacaktı, kalmalıydıda.

O sırlarla ve gizemlerle örülü Shoreditch Park’ta artık yepyeni bir sayfa daha açılacaktı böylece. Ve artık her Cumartesi gecesi saat on ikiyi vurduğunda bizim Veysel Baba evinden bir güzel çıkacak ve orada kendisini bekleyen o çok sevgili tilki dostlarına ders vermek için o güzelim Shoreditch Park’ın yolunu tutacaktı. Ve daha sonraki haftalarda doğacak olan o güzelim tilki yavrularına en güzel masallarıbnı bir bir anlatarak onların Masalcı Dede’si ünvanını alacaktı. İşte bundan daha güzel ve daha anlamlı bir ünvan olamazdı ve böylesi bir ünvanla anılmakta onun için hediyelerin en güzeli, en anlamlısı olsa gerekti. Daha birkaç hafta öncesine kadar yaşamdan ümidini kesmiş bir adam için bütün bunşlar tanrının bir armağanı olsa gerekti. Ve bütün bu yaşananlarda bir sır, bir gizem veya bir derinlik mutlaka olmalıydı. Ve o da, o derinliğin en dip noktasına varana değin bu görevi mutlaka sürdürmeli ve kendisine verilen bu vazifeyi en iyi bir şekilde yerine getirmeliydi.

Veysel Baba, böylesine bir sorumluluk bilinci içinde o haftaki görüşmeye gitti. Gecenin o ilerlemiş saatinde bütün bir şehir en derin uykusundayken; Shoreditch Park’ın yolunu tutan bizim Veysel Baba daha şimdiden o tilki dostlarına vereceği o ilk dersi düşünmeye başladı. Çünkü vereceği bu ilk derste bütün o tilki dostları karşısında çok iyi bir izlenim bırakmak istiyordu. Ve eğer bu ilk ders çok iyi geçerse; o zaman diğer bütün dersler de çok başarılı geçerdi. Bir öğretmen olarak herhangi bir tecrübesi yoktu, fakat siyasi geçmişinden dolayı olsa gerek konuşma üslubu epeyce bir kuvvetliydi ve insanlarla çok iyi iletişim kurabiliyordu. Bir arkadaş grubu içinde veya bir toplulukta hiç ara vermeden birkaç saat konuştuğu nzamanlar olmuştu. Ve ayrıca o askeri cunta dönemlerinde cezaevinde yattığı o yıllarda, orada kalan mahkumlarla bazen siyasi tartışmalar yapmış ve bazende onları sanat gibi, edebiyat gibi, felsefe gibi konularda elinden geldiğince bilgilendirmeye çalışmıştı. Fakat şimdi onun karşısında çok farklı bir yaşam şekli olan ve çok farklı bir dünyaya ait o tilki dostları vardı ve onlara karşı kullanacağı o dil daha bir farklı olacaktı, olmalıydıda.

Böylesine düşünceler içerisinde Shoreditch Park’ın yolunu tutan Veysel Baba oraya vardığında çok kalabalık bir tilki grubunun kendisini beklediğini görünce çok sevindi. Veysel Baba, daha o ilk gecede böylesine kalabalık bir tilki grubunun oraya gelebileceğini hiç tahmin etmemişti. Öyle anlaşılıyordu ki; o çok sevgili dostu Sessiz Ayak kendisine verilmiş olan o görevi en iyi bir şekilde yerine getirerek örnek bir davranış sergilemişti. Ve bizim o yeni öğretmenimiz Veysel Baba; orada sessiz bir şekilde kendisini beklemekte olan o tilki dostlarıyla anlaşabilmek için Lord Parapanu’nun kendisine vermiş olduğu o sihirli maskeyi yüzüne taktı. Artık bu sayede hem onlarla konuşabilecekti ve hemde onların sorularını çok rahatlıkla anlayabilecekti. Ve diğer bir yandan ise bizim o konuşan tilkimiz Sessiz Ayak, Lordu Parapanu’nun isteği üzerine hem o Frekans Taşı’nı ve hemde o Görünmezslzik Taşı’nı toplantı yapılacak o alana getirmişti. Frekans Tasşo sayesinde Lord Parapanu ve o çok sevgili eşleri Prenses Batavine orada, o parkta konuşulanları bir güzel duyabileceklerdi. Ve o Görünmezlik Taşı sayesinde de hiçbir insan gecenin o ilerlemiş saatinde o parkın içinde bir adamın çevresinde topladığı o tilkilere birşeyler anlattığını veya onlarla sohbet ettiğini hiç göremeyeceklerdi.

Veysel Baba büyük bir heyecan içerisinde yüzünde o sihirli maskeyle toplantı alanına geldiğinde bizim o iyi kalpli konuşan tilkimiz Sessiz Ayak; oradaki bütün tilki kardeşlerini o sevgili dostu Veysel Baba’ya bir bir anlattı. Herşey çok güzeldi ve o soğuk kış gecesinde bir insanla, o iyi kalpli tilkilerin çok anlamlı bir amaç uğruna o parktabuluşup konuşmaları da ayrı bir güzellikteydi. O ilk görüşmede bizim Veysel Baba ile o çok sevgili tilki dostları bir süre sohbet ettiler. Her iki taraf asında sıcak bir ortamın veya atmosferin olmuşması için gerek Veysel Baba, gereksede Sessiz Ayak elinden geleni yaptılar. Çünkü lor Parapanu’nun bir isteği olan ve o ders programının başarıya ulaşabilmesi için her iki taraf arasında güvene dayalı çok iyi bir ilişkinin yaratılması gerekiyordu ve öyle de oldu. Bütün tilki dostlar o yeni öğretmenleri Veysel Baba’yı daha o ilk görüşmede çok ama çok sevdiler.

Tilki kardeşlerinin kendisini sevmeye başladıklarını farkeden Veysel Baba, o kısa sohbetten sonra artık ilk dersini vermeye başladı. Veysel Baba kendisini büyük bir dikkatle dinleyen bütün o tilki dostlarına o ilk derste öncelikli olarak üzerinde yaşadığımız bu dünya hakkında, bu dünyanın büyüklüğü hakkında, neye benzediği hakkında ve kaç yaşında olduğu hakkında bir takım öönemli bilgiler verdi. Ve daha sonra o sevgili dostlarına sırasıyla ana kıtalardan bahsetti, okyanuslardan bahsetti, kutuplardan bahsetti, oralardaki o buzullardan bahsetti, mevsimlerden bahsetti, mevsimlerin nasıl oluştuğundan bahsetti, aylardan bahsetti, bir senenin kaç gün olduğundan bahsetti, bir günün kaç saat olduğundan bahsetti ve dünya üzerinde yaşayan insan sayısından bahsetti, canlı türünden bahsetti. En sonunda da onlara yaşadıkları o şehirden yani Londra’dan bahseti, Londra’nın o büyüklüğünden bahsetti, Londra’da kaç kişinin yaşadığından bahsetti, Londra dışındaki o şehirlerden bahsetti, İngiltere’den bahsetti, İskoçya’dan bahsetti, Galler’den bahsetti, İrlanda’dan bahsetti, İngiltere’nin aslında çok büyük bir ada olduğundan bahsetti ve İngiltere’nin gerek coğrafi yapısından, gerek bitki örtüsünden ve gereksede içinde yaşayan o hayvan çeşitliliğinden bahsetti. Ve o ilk dersin sonuna geldiğinde de bizim o yeni öğretmenimiz Veysel Baba çok yüksek bir ses tonuyla kendisini dinleyen o sevgili tilki dostlarına: “Nasıl, bu yeni ders programını beğendiniz mi?” diye sorunda, bütün tilkilerde hep bir ağızdan: “Çok beğendik” diye cevap verdiler.

O soğuk kış gecesinde, o sırlarla ve gizemlerle örülü o güzelim Shoreditch Park’ta yaşanan bu muhteşem tabloyu yukarıdan seyreden o büyük kral Parapanu ve o çok sevgili eşleri çok mutlu oldular ve o yaşam yorgunu Veysel Baba’yı böylesine önemli bir göreve atadıları içinde ayrı bir sevinç duydularç ve o iyi kalpli Veysel Baba’nın bundan sonra o güzelim Shoreditch Park’ta vereceği o derslerin, o masalların yeryüzünün diğer bölgelerinde yaşayan o tilki kardeşlerine de ulaşması için çareler aramaya başladılar. Çünkü o büyük kral Parapanu ve o çok sevgili eşleri Prenses Batavine; yeryüzündeki bütün tilki kardeşlerinin her bakımdam daha bilgili ve daha donanımlı olmalarını çok istiyorlardı. Ve böylesine bir amaç doğrultusunda da bütün bir dünyada yaşayan insanları bir bir gözden geçirdikten sonra; o sırların ve gizemlerin asıl basınağı olan o Shoreditch Park’ın hemen yanıbaşındaki o Kinder House adlı binada tek başına yaşamakta olan o yaşam yorgunu Veysel Baba’yı seçmişlerdi. Ve onlar böylesine öenmli bir kararı vererek hem o yalnızlıklar adamı Veysel Baba’yı yeniden yaşama bağlamışlardı ve hemde onun o yardımsever özelliği sayesinde de bütün o tilki kardeşlerine çok bilgili bir öğretmen kazandırmışlardı.

O soğuk kış gecesinde, o sırlarla örülü Shoreditch Park’ta verilen o ilk ders sabahın ilk ışıklarına kadar sürdü. Gerçektende o ilk ders bütün tilki dostlar açısından çok yararlı olmuştu. O gece Shoreditch Park’a gelen bütün tilki kardeşler orada, o ilk öğretmenleri olan Veysel Baba’nın ağzından daha önce hiçbir yerde duymadıkları bir takım yeni bilgiler edinmişler ve bu sayede de gerek bilgili olmanın, gereksede öğretmen olmanın ne kadar da güzel birşey olduğunu öğrenmişlerdi. Tilki dostlarımız o iyi kalpli öğretmenleri Veysel Baba’nın anlattığı o bilgilerden sonra artık içinde yaşamaya çalıştıkları o dünyayı daha farklı biz gözler yorumlayıp anlamaya başlamışlardı. Ve bu sayede de onların o güzelim hayalleri ve düşleri daha da bir renklenip, anlam kazanarak adeta hayat bulmuştu.

Ve sabahın ilk ışıklarıyla beraber bir sonraki hafta aynı saatte, orada, o parkın tamda kalbinde yeniden buluşmak üzere herkes kendi evine, kendi yuvasına döndü. Ve bizim o yalnızlıklar adamı Veysel Baba; artık bir sürü dost edinmiş bir adam olarak kendi evine dönerken şimdi daha bir mutluydu ve daha bir huzurluydu. Çünkü o artık bundan böyle o güzelim Shoreditch Park civarında yaşayan bütün o sevimli tilki kardeşlerinin bir öğretmeniydi.

Sessiz Ayak ve Kutsal Sandık – 2

Bütün bir haftayı çok heyecanlı bir şekilde geçiren Veysel Baba, artık büyük bir sabırsızlık içinde Sessiz Ayak’la yapacağı o yeni görüşmeye odaklanmaya başladı. Çünkü bir sonraki görüşmelerinde dostu Sessiz Ayak halen kendi koruması altındaki o Kutsal Sandıkı hakkındaki bir takım bilgileri kendisiyle paylaşacaktı. Ve böylece yüzlerce yıldır büyük bir gizlilik içinde korunun ve de saklanan o meşhur Kutsal Sandık hakkındaki bazı sırlardan, bazı bilgilerden bizim o bilgi meraklısı Veysel Baba’da haberdar olacaktı. Fakat gizli kalması gereken bazı bilgiler veya sırlar açıklandığında doğacak olan o yeni sorunları bizim o meraklı Veyse Baba’da daha henüz tam olarak bilmiyordu, bilemezdi de.

Ve o en son görüşmelerinde söz konusu o Kutsal Sandığa dair bütün bildiklerini Veysel Baba’ya anlatmaya karar veren o iyi kalpli Sessiz Ayak; o gece St. John’s Hoxton Kilisesi’nin duvar dibindeki o sığınağına döner dönmez oradaki o Frekans Taşı sayesinde Lordu Parapanu’yle iletişime geçti ve ona almış olduğu o kararını bildirdi. Artık çok yorulduğunu, yaşlı bedenin artık kendisini taşıyamadığını, duygu yönünden tamemen çöktüğünü ve bütün bunlardan dolayıda artık adına ölüm denilen o sonsuzluk şerbetinden bir güzel tatmak istediğini o iyi kalpli Lordu Parapanu’ya bildirdi.

Sessiz Ayağın bütün o yakarışlarını, haykırışlarını, isyanlarını ve istemlerini bir güzel dinleyen Lord Parapanu; yeni bir takım şartlar karşılığında Sessiz Ayağa izin verdi ve Kutsal Sandığa dair bir takım sırları Veysel Baba’yla paylaşabileceğini ona söyledi. Lord Parapanu yine o büyüklüğünü göstererek adeta koruması altına almış olduğu o iyi kalpli Harşiye’yi, yani bizim Sessiz Ayağı bir kez daha onurlandırmıştı. Çünkü gerek lord Parapanu, gereksede onun eşi Prenses Batavine bizim o yaşam yorgunu Veysel Baba’yı çok sevmişlerdi ve ona çok güvenmekteydiler. Ve bu sevgi yüzünden de o Prenses batavine daha fazla dayanamamış ve o yalnızlıklar adamı Veysel Baba’yı daha bir yakından görmek için yanına o Kutsal Sandığa dair bir takım objeler alarak o ikinci el pazarının yolunu tutmuştu. Yeryüzündeki bütün tilkilerin en güzeli olan o ana tanrıça Prenses Batavine hemen sihir dolu o gücünü kullanarak bir insan şekline girmiş ve o sırada orada bulunan o Veysel Baba’yı adeta büyüleyip kendisine aşık etmişti.

Prenses Batavine, adına Son Aşk denilen o güzel duyguyu o yalnızlıklar prensi Veysel Baba’ya bir güzel yaşattıktan sonra o görkemli sarayına geri dönmüş ve o büyük kral Parapanu’ya o ikinci el pazarında yaşadıklarına dair bir takım bilgiler vermişti. Sevgili eşinin anlattıklarından çok etkilenen Lord Parapanu da; bu sefer bir yolunu bulup o iyi kalpli Veysel Bba’yla tanışmak ve onunla sohbet etmek için bir takım hazırlıklar içine girmişti. Ve bütün bu yaşananlardan habersiz olan Veysel Baba’da o hafta sonu yapacağı o çok önemli görüşmeden önce yine o et marketinin yolunu tuttu. Oradan şöyle taptaze ve daha henüz yeni kesilmiş iki adet ördek alan Veysel Baba hemen eve döndü. Fakat o sırada ne olduğunu bilmediği bir güç sanki onu yeniden o ikinci el pazarına çağırır gibiydi. Artık o son aşkı Prenses Batavine’nin o antika pzarına gelmeyeceğini çok iyi bildiği halde; yinede son bir ümitle o ikinci el pazarının yolunu tuttu. Çünkü aklı hala o güzeller güzeli Batavine’deydi ve hala onu aklından bir türlü çıkaramıyordu. Bir insanın aslında bir tilkiye aşık olması ve onun için bir takım hayaller kurması da ancak ve ancak söz konusu bu gizem dolu hikayeler sayesinde olmuştu. Ve bir daha aşık olmayacağına dair kendi kendisine yemin eden o gönül yorgunu adam; o yeminini günün birinde bir ikinci el pazarında karşılaştığı o insan şekline bürünmüş olan o güzeller güzeli Prenses Batavine için bozmuştu. Adeta bir masal gibi onun dünyasına öylece giriveren ve hiç beklemediği bir anda da öylece yok oluveren o Son Aşkı Prenses Batavine şimdi nerelerdeydi acep? Ve bir daha onu görebilecekmiydi acep?

Bu düşünceler içerisinde o ikinci el pazarının yolunu tutan Veysel Baba, oraya vardığında aynı yerde bu seferde şöyle saçı sakalı iyice ağarmış yaşlı bir adamı gördüğünde çok büyük bir hayal kırıklığına uğradı. O hayal kırıklığı içinde yinede o yaşlı adamın tezgahına yanaştı ve orada satılan o objeleri, o materyalleri incelemeye başladı. Yaşlı adamın tezgahında birbirinden değişik çok ilginç objeler vardı. Objeleri çok dikkatli bir şekilde inceleren Veysel Baba bir ara:

“Sattığınız materyaller içinde çok ilginç parçalar var.”

“Evet, her bir parçanında ayrı bir işlevi var ve ayrı bir amaç için üretilmişler.”

“Sizi, bu antik pazarında ilk defa görüyorum.”

“Evet, ben de tıpkı onun gibi bir mesaj vermeye geldim.”

“Onun gibi derken, kimi kastettiniz? Yoksa o güzeller güzeli Prenses Batavine’yi mi?”

“Evet, Prenses Batavine’yi kastetmiştim.”

“İyi ama, siz onu nerden tanıyorsunuz?”

“Ben, Prenses Batavine’nin eşi Lord Parapanu’yum ve bugün buraya hem sizi tanımak için, hem size bazı uyarılarda bulunmak için ve hemde size bazı şeyler satmak için geldim.”

“İnanın şu anda ne diyeceğimi bilmiyorum. Son birkaç haftadır yaşadıklarımdan dolayı zaten iyice bir panik hali içindeyim. Şimdi birde sizi karşımda görünce o panik durumum, o şaşkınlık halim daha bir arttı.”

“Bu kadar panik olmanıza hiç gerek yok ve ayrıca ben buraya sadece sizi tanımak ve size bazı uyarılarda bulunmak için geldim. Şunu unutmaki, o soğuk kış gecesinde o parkın orta yerinde sizi yeniden yaşama döndüren o tilki kardeşimize izin veren ve ona yol gösteren benim. Ve o iyi kalpli tilki dostumuzun seninle arkadaşlık kurmasına izin verede yine bendim. Fakat siz bir ara ölçüyü kaçırıp onu, o Kutsal Sandık hakkında bildiklerini söylemesi için zorlayınca işin rengi değişti. Çünkü koruması halen bizde olan o Kutsal Sandığın bir güvenlik sorunu vardır. Ve o  sandığın içinde Kıyamet Günü’ne dair bazı önemli bilgiler vardır, materyaller vardır, eşyalar vardır. Ve ayrıca o sandığın içinde o varoluşun gizemine dair bir takım kodlar, şifreler vardır. Ve iştebütün bunlardan dolayıdırki; o Kutsal Sandığa dair bilgilerin çok gizli tutulması gerekiyorç aksi taktirde insanlar yüzlerce yıldız aradıkları o Kutsal Sandığın Londra’daki bir kilisenin temelinde gömülü olduğunu öğrendiklerinde; akın akın o kilise giderler ve o St. John’s Hoxton Kilisesi’nin temeline zarar verebilirler. Bu noktada Lord Parapanu olarak senden ricam; bütün bu bilgilerin aramızda kalmasıdır. Sana olan sevgimiz ve güvenimiz sonsuzdur. Lütfen sana bildirilen o sınırları daha fazla aşma ve o iyi kalpli tilki kardeşimiz Harşiye’yi, yani senin deyişinle Sessiz Ayağı da bu konuda daha fazla zormala.”

Lord Parapanu’nun bütün o uyarılarını çok dikkatli bir şekilde dinleyen Veysel Baba:

“Öncelikle bana duymuş olduğunuz o sonsuz güvenden dolayı size çok teşekkür ederim. Ve beni yeniden hayata döndürerek bana yeni bir yaşam bağışladığınız için d; size ayrıca teşekkür etmek isterim. O önemli uyarılarınıza gelince; ben de en az sizin kadar endişe etmekteyim. Zaten ben, o geçmiş yaşamımda en büyük darbeyi insanlardan gördüğüm içindir ki; kendimi onlardan soyutlayıp yalnız bir yaşamı tercih ettin. Ve o yalnızlık anında, ümidimi kaybettiğim bire anda o konuşan tilki karşıma çıkarak adeta bana yepyeni bir yaşam bağışladı. Böylesine bir iyilik karşısında ben de tüm sevgimi siz bütün tilki dostlarıma vermek istiyorum ve o yorgun kalbimide yine siz bütün tilki kardeşlerime açmak istiyorum.”

Veysel Baba’nın bu duygu dolun konuşmasını dinleyen Lord Parapanu; bu konuda yeni bir insanla ilişkiye geçmeleri konusunda ve onunla karşılıklı güvene dayalı bir dostluk kurmaları konusunda ne kadarda doğru bir karar verdiklerini bir kez daha anladı. Artık sonuna kadar bu yaşam yorgunu adama güvenebilirdi ve ona vereceği o asıl görevi hakkında da bir takım bilgiler verebilirdi. Bu düşünce doğrultusunda önündeki tezgahta duran bir maskı yani diğer bir deyişle maskeyi eline alan Lord Parapanu:

“Senin çok iyi kalpli bir insan olduğunu zaten biliyorduk ve o derin yalnızlıklar içinde kendine yeni bir dost, yeni bir arkadaş veya yeni bir uğraş aradığınıda çok iyi biliyorduk. Ve seni o derin yalnızlıklardan kurtarmak için ilk önce senin karşına o konuşan tilkiyi çıkardık ve daha sonra sevgili eşim Batavine iki defa bu Pazar yerinde senin karşına çıktı. Şimdi ise ben lord Parapanu olarak sana son uyarılarımı yapmak için ve bundan donraki asıl görevini sana bildirmek için buradayım. İşte şu elimde tutmuş olduğum maskeyle bundan sonraki yeni görevini yerine getireceksin. Bu sihirli bir maskedir ve bu maskeyi yüzüne geçirdiğin andan itibaren artık diğer tilki kardeşlerimizlede konuşabileceksin. Ve bu sayede de onları anlayıp, sorularına da cevap verebileceksin. Ve artık bundan sonra senin asıl görevin; Shoreditch Park civarında yaşayan bütün tilki kardeşlerimize haftada bir gece öğretmenlik yapmak olacaktır. Her Cumartesi gecesi o parkta buluşup onlara gerek yaşam ve gereksede bu dünyadaki diğer yaşamlar hakkında bir takım bilgiler verebilirsin. Ben bütün dünyadaki tilkilerin koruyucu Lordu Parapanu olarak onların her yönden daha bilgili ve daha donanımlı olmaları istiyorum. Ve diğer boş zamanlarında ise gerek onlara, gereksede onların o yeni doğmuş yavrularına bir takım masallar, hikayeler veya öyküler anlatarak; onların bir Masalcı Dede’si olabilirsin. Ve böylesine anlamlı bir görev sayesinde de sen yeniden hayata bağlanarak daha da bir mutlu olmuş olacaksın.

Sevgili Veysel Baba! İşte bu gün buraya, bu ikinci el pazarına sana bütün bunları söylemek için geldim. Bu noktada Lord Parapanu olarak benim görevim tamamlanmıştır. Şimdi bu sihirli maskeyi al ve hemen git sana verilen o kutsal görevi yerine getirmeye çalış. Yolun açık olsun. Tüm sevgiöiz, tüm saygımız ve tüm iyi dileklerimiz hep sanadır. Hoşçakal ey iyi kalpli adam, hoşçakal!” dedikten sonra, adeta bir ışık kümesi haline geldikten sonra öylece ortadan yok oldu.

Elinde bir maskeyle öylece ortada kalan Veysel Baba, çaresiz bir şekilde evine geri döndü. Sözde bugün oraya, o ikinci el pazarına o güzeller güzeli Prenses Batavine’yi acaba yeniden görebilir miyim umuduyla gitmişti, ama karşısında saçı sakalı ağarmış bir adam görünce bütün o heyecanı, bütün o umutları bir anda yok oluvermişti. Fakat o adamın, aslında yeryüzündeki bütün tilkilerin lordu olan o büyük kral Parapanu olduğunu öğrenince de bu sefer bir başka mutluluk duymuştu. Çünkü o iyi kalpli Lord Parapanu bir yandan onu uyarırken, bir diğer yandan ise ona yeni bir takım görevler vermişti. Gerçektende adına yaşam denilen o olgu, kendi içinde öylesine süprizler barındırıyorduki; her an herşeyin olabilme ihtimali artık bütün bu olanlardan sonra şimdi daha da bir netleşmişti.

Bizim o yeni görev adamı Veysel Baba, o haftaki görüşmesine büyük bir sevinç içinde gitti. Veysel Baba önce kendi eliyle hazırlayıp fırında pişirmiş olduğu o ördeği bir güzel o sevgili dostu Sessiz Ayağa ikram etti. Sonra o büyük kral Lord Parapanu’yla olan o görüşmesi hakkında ona çok ayrıntılı bir bilgi verdi. Ve Lord Parapanu’nun kendisine vermiş olduğu p yeni göreve dair onu bir güzel bilgilendirdi. Sessiz Ayak bu yeni görevinden dolayı Veysel Baba’yı kutladıktan sonra; bir önceki görüşmelerinde söz vermiş olduğu o Kutsal Sandığa dair bir takım sırları tarihsel kronolojisine göre anlatmaya başladı.

Ark of the Covenant:

“Birçok dini kaynakta sözü edilen ve yüzlerce yıldır insanların arayıp durduğu o Kutsal Sandık hakkında birçok rivayet vardır, birçok söylenti vardır ve birçok inanış vardır. Bazı dini kaynaklarda ise Kutsal Sandığın aslında centte var olduğuna inanılan o Tuba Ağacı’ndan yapıldğı anlatılır. Davud Peygamber o kutsal şehir Kudüs’ü başkent yaptığında sözü edilen Kutsal Sandığı da beraberinde oraya getirdiği söylenir. Fakat çok daha sonraları o Kutsal Sandığın birden bire ortadan kaybolduğuna dair bir söylenti yayılır. Ve işte o andan itibarende Kutsal Sandık tam bir soru yumağına dönüşür, tam bir bilmece halini alır.

Buraya kadar anlattığım bilgiler,zaten siz insanların bildiği bazı gerçekler. Fakat şimdi anlatacaklarım bir insana ilk defa açıklanıyor olacak. O çok sevgili annemin çok uzun yıllar önce bana anlattığına göree olayın aslı şöyledir: Söz konusu o Kutsal Sandık Hı. İsa’nın çarmıha gerildiği o tarihte, yine onun havarilerinden biri tarafından saklı olduğu o yerden gizlice alınarak Antakya (Antioch) diye bilinen bir yere getirilir. Çok daha sonra ise o Kutsal Sandık bir keşiş tarafından ilk hristiyan kilisesi olarak kabul edilen St. Petrus’un koruması altında bir süre orada saklanan Kutsal Sandık; bir başka keşiş tarafından oradan alınarak Cappadocia diye bilinen bir yere getirilir ve oradaki o meşhur The Dark Church’e teslim edilir.

Ve derlerki; uzunca bir süre o ilk kiliselerden biri olan The Dark Church’ün o karanlık dehlizlerinden birinde çok iyi saklanan o Kutsal Sandığı bugün St. Yprgi olarak bilinen ve Anadolu insanı tarafından da çok sevilen o din adamı bir güzel koruyup gözetmiş. Ve yine derler ki; o iyi kalpli din adamı St. Yorgi öldükten sonra bile bazen ak sakallı bir insan şeklindei bazen kurtarıcı bir melek şeklinde, bazen bir ışık şeklinde, bzen bir kartal şeklinde ve bazende bir aslan şeklinde hem siz insanlara ve hemde biz bütün tilkilere görünürmüş. Ve böylesi anların birinde St. Yorgi bir aslana dönüştüğünde bir tesadüf eseri benim büyük büyük annemle bir dostluk ilişkisi içine girmişler. O sırada, o bölgede çok büyük svaşlar yaşandığı için ve dinler arası çatışmalar dahada bir yoğunlaştığı içinİ o güne kadar Kapadokya’daki o meşhur The Dark Church’te saklanan Kutsal Sandığı koruma görevi St. Yorgi tarafından benim o büyük büyük anneme verilmiş. Neredeyse altıyüz yıldır bizim ailemizin koruması altında olan o Kutsal Sandık; çok daha sonraları bir Ermeni azizim olan St. Serciyus’un da yardımıyla Dersim diye bilinen bir başka yere götürülür.

St. Serciyus orada Harşiye adındaki bir köyde Wang Church diye bilinen çok eski bir kilisenin içine Kutsal Sandığı saklar. Kutsal Sandığı koruma görevi sırayla büyük büyük annem, büyük annem ve asıl anneme verilir. Ben o köyde doğdum ve bundan dolayı da annem bana o köyün ismini yani Harşiye ismini vermiş. O sırada Kutsal Sandığı koruma görevi annemdeydi. Fakat annem tıpkı bugün benim yaptığım gibi kurlları çiğneyince, hem ölümsüzlük nişanı ondan geri alındı, hemde Kutsal Sandığı koruma görevi ondan alınarak bana verildi. O güzel annem, o sevgili annem ölmeden önce bana çok özel bir şifre verdi  ve eğer başım sıkıştığında veya çok zor bir durumda kaldığımda yüksek sesle: ‘Ya Qızır’ diye seslenirsem eğer, o zaman St. Yorgi’nin hemen yetişeceğini ve bni o zor durumdan kurtaracağını söyledi.

Bana o Büyük Tilki Konseyi tarafından gerek o ölümsüzlük nişanı ve gereksede o Kutsal Sandığı koruma görevi o köyde verildi. Daha henüz yedi yaşlarındaydım ve böylesine bir görevi üstlenecek kadar tecrübe sahibi değildim. O sırada benim iki kız kardeşim daha vardı ve aramızda Kutsal Sandığı korumakla ilgili bir kıskançlık durumu oluştu. Kız kardeşlerimden biri geçenlerde sizin bana getirmiş olduğunuz o gizemli taşları Kutsal Sandık’tan çalarak o kötülükler tanrısı Bastala’ya götürmüş. Ve daha sonrada o kötü kalpli kız kardeşlerim, o kötülükler tanrısı Bastala’nın da yardımıyla o bölgedeki bütün tilkileri bana karşı ayaklandırmak istediler. Bunda başarılı olamayınca da bu sefer benim korumam altındaki o Kutsal Sandığı çalmak istediler.

Kız kardeşlerimin o ihtirasları, o arzuları ve o sonu gelmeyen ihtirasları yüzünden artık ne yapacağımı bilemez bir hala gelmiştim. O çaresizlik ortamında annemin bana söylemiş olduğu o şifreli söz aklıma geldi ve hemen yüksek bir sesle ardı ardına üç kere Ya Qızır diye bağırdım. Çok kısa bir süre sonra ak sakallı bir adam beliriverdi ve bana ne istediğimi sordu. Ben de yaşanan olayları bir bir ona anlattım ve ondan yardım istedim. Beni çok iyi bir şekilde dinleyen o yaşlı adam geri geleceğini sözleyerek bir süreliğine ortadan kayboldu. Daha sonradan öğrendiğime göre adına Qızır denilen o yaşlı adam birdenbire kanatlanıp gökyüzüne yükselmiş ve gökyüzünden bütün bir dğnyayı tarayarak; o sırada yeryüzünde daha yeni inşa edilmekte olan bir kilise aramaya başlamış. Ve Londra diye bilinen bir şehirde St. John’s Hoxton adında bir kilisenin inşa edildiğini gören o yaşlı adam hemen geri dönerek; hem beni, hemde benim korumam altındaki o Kutsal Sandığı alarak adeta bir ışık hızıyla buraya getirdi. Ve bir gece yarısı o büyük lordumuz Parapanu, o çok sevgili prensesimiz Batavine vede o Büyük ilki Konseyi’nin huzurunda o Kutsal Sandık daha yeni inşa edilenSt. John’s Hoxton Kilisesi’nin o sarsılmaz temeline bir güzel yerleştirildi.

Gerek ben ve gereksede benim korumam alftındaki o Kutsal Sandık 1826 tarihinden bu yanadır; o St. John’s Hoxton Kilisesi’nin duvar dibindeki o korunaklı yuvamızda öylece yaşayıp durmaktayız. Ve senin yardımların sayesinde de hem Kutsal Sandığa ait o taşlar bir güzel bulunup geri getirildi ve hemde Kutsal Sandığın anahtarı asıl yerine döndü. İşte ikiyüz yıl öncen o Büyük Tilki Konseyi tarafından benim korumam altına verilmiş olan ve hala benim korumam altında olan o Kutsal Sandığın, o pek bilinmeyen hikayesi budur. Ve bütün bunları sana anlattığım içinde; belkide yakın bir zamanda o Büyük Tilki Konseyi’nin huzurunda yargılanacağım ama o yargılamadan sonrada belkide o ölümsüzlük nişanı benden geri alınacak ve belkide o Kutsal Sandığı koruma görevi bir başka tilki kardeşimize verilecek. Bütün bunları henüz bilmiyorum ve bilmekte istemiyorum. Çünkü ölümsüz bir tilki olarak hem çok yoruldum, hemde adına ölüm denilen o sonsuzluk şerbetini arar oldum. Ve belkide bu sayede o çok sevgili annemle öbür dünyada veya o diğer yaşam formatında yeniden bir araya gelebiliriz ve asıl mutluluğuda belki o zaman elde edebiliriz.”

Sessiz Ayak ve Kutsal Sandık – 1

Büyük süprizlerle ve çok gizemli olaylarla geçen bir haftanın ardından; bizim Veysel Baba daha şimdiden bir sonraki hafta yapacağı o görüşmenin hesaplarını yapmaya başladı. İlk önce yine çok erken bir satte kalkarak et marketine gitti ve oradan hem kendisi için, hemde o sevgili dostu Sessiz Ayak için iki adet hindi aldı. Adam, daha önce kendisi için bile bu kadar erken bir saatte kalkıp buraya, bu et marketine hiç gelmediği halde; şimdi ise hiç üşenmeden o sıcak yatağından uyanıp ta buralara kadar gelebiliyordu. Çünkü ortada o yeni dostu Sessiz Ayak vardı ve onun o sevgi dolu yüreği vardı. Ve onun sayesinde de vazgeçmek üzere olduğu o hayata yeniden tutunarak; adına yaşam denilen o olgunun, o armağanın ne kadarda güzel olduğuna, ne kadarda vazgeçilmez olduğuna bir kez daha tanık olmuştu.

Veyse Baba, artık daha bir mutluydu ve daha bir yaşam doluydu. Çünkü yakın çevresindeki insanlarda bulamadığı o sevgiyi, o güveni ve o sıcaklığı bir tilkide bulmuştu. Ve o tilkinin sayesinde de adeta ölümün kıyısından dönmüştü. Anlaşılan oyduki; bir takım gizemli güçler onun bundan sonraki yaşamında iyi kalpli bir tilkiye yer vermek istemişlerdi ve konuşan bir tilkiyle onu buluşturarak bir takım gizemli olayları çözmek istiyorlardı. Adam, bu düşünceler içinde yeniden o ikinci el pazarının yolunu tuttu. Çünkü onu orada, o güzeller güzeli Botovine beklemekteydi. Onu, o Pazar yerinde ilk gördüğünde kalbi ne kadarda hızla çarpmaya başlamıştı ve ona ne kadarda hayran kalmıştı. Öylesine güzeldi ki; öylesine derin bakışlara sahiptiki ve öylesine gizem yüklüydüki; sanki bir masaldan çıkıp gelmişti ve sanki yarım kalmış bir aşkı, bir hikayeyi tamamlamak için o antika pazarının ortasına öylece düşmüş gibiydi. Ve daha sonra onun yeryüzündeki bütün tilkilerin Lordu Parapanu’nun eşi Prenses Batavine olduğunu öğrendiğinde de o gönül kapısını yeniden kapatarak yeniden o gerçek yaşama geri dönmüştü.

Veysel Baba, o günkü görüşmesinde o genç bayanın tezgahından, yani yeryüzündeki bütün tilkilerin ana tanrıçası Prenses Batavine’den ve onun o küçük tezgahından bir kum saati, çok ilginç bir anahtar, tuhaf görünümlü bir gözlük, bir ayna, bir resim fırçası, bir kalem ve bir harmonika satın aldı. Adam, satın aldıkları içinde en çokta elinde tutmuş olduğu o kum saati ile ilgilenmişti. Çünkü o kum saati sanki çok yakın bir zamanda olabilecek bir şeyin veya gerçekleşmesi muhtemel bir olayın habercisi gibiydi. Adam, bizzat para ödeyerek satın almış olduğu o objelerin, o eşyaların veya o aletlerin neye yaradıklarını tam olarak bilmiyordu. Ve bu gizemli objelerin kendisine satılmasında yine bir sır olmalıydı diye düşünen Veysel Baba: “Bana bunların ne olduğunu ve ne işe yaradıklarını söyleyebilir misiniz? Örneğin şu elimde tutmuş olduğum bu kum saati hakkında bir bilgi verebilir misiniz?” diye sorunca, o genç bayan da: “O kum saati aslında kıyametin habercisi gibidir ve o saat çalıştırıldığında söz konusu o kıyamet tarihi de bir şekilde başlamış olacaktır. Bu saatin ne zaman çalıştırılacağı da çok daha sonradan size bildirilecektir. O zaman, gelinceye kadar şimdilik bu kum saatine sakın olaki dokunmayın” diye bir cevap verdi.

Veysel Baba bu seferde satın almış olduğu diğer objeleri göstererek: “Peki bunlar hakkında ne tür bilgiler verebilir siniz? Örneğin şu anahtar, şu kalem, şu fırça, şu aynı ve şu harmonika nedir, ne işe yararlar, asıl özellikleri nelerdir?” diye bir başka soru sordu. Bu soru karşısında Prenses Batavine de bu sefer: “Elinizde tutmuş olduğunuz o ilginç görünümlü anahtar daha önce de sözünü etmiş olduğum o Kutsal Sandığa (Ark of the Covenant) aittir. Kutsal Sandığın kapağı ancak bu anahtar sayesinde açılacak ve içindeki o kutsal emanetlerde bu sayede asıl sahibine yeniden ulaşacaktır. Senden ricam, bu haftaki görüşmenizde bu anahtarı o Kutsal Sandığın koruyucusu Harşiye’ye vermenizdir. Bunun dışındaki diğer bütün objeler, nesneler veya aletler tamamen size aittir. Örneğin şu aynada hem kendi geçmişinizi, hem gelecekteki o yaşantınızı ve hemde o sonsuzluk alemini görebileceksiniz. Aynaya bir kere dokunduğunuzda geçmişinizi, iki kere dokunduğunuzda geleceğinizi, üç kere üst üste dokunduğunuzda da bu sefer o sonsuzluk alemini göreceksiniz. Kalem ise hiç bitmeyen bir mürekkebe sahiptir ve bu sihirli kalemle yakın bir zamanda yazmayı düşündüğünüz o güzelim hikayeleri kaleme alabilirsiniz. Bu şekilde hem size bir yazı yazma yeteneği vermiş olacağız ve hemde sizi o kalem masraflarından bir güzel kurtarmış olacağız. Ve bu fırçaya gelince; bu da sihir dolu bir fırça olup senin ellerinde bir şahesere dönüşecektir. Ve bu fırça ile en güzel resimler yapıp satabilirsin. Ve o resimlerden kazandığın parayla da bizim o tilki dostlarımıza her türlü yiyecekler alabilirsin, onları mutlu edebilirsin. Ve en son olarakta o harmonikaya gelince; bu harmonika hem sihirlidir ve hemde bundan çıkan o sesi yalnızca bizim tilki kardeşlerimiz duyabilecektir. Sen bu harmonikaya nefesini verdiğinde bundan çıkan o müziği dünyanın dört bir tarafındaki o tilki kardeşlerimiz bir güzel duyup, çok mutlu olacaklardır. Yani bir anlamda sen Veysel Baba olarak onlara konser vereceksin, bir müzil ziyafeti sunacaksın. İşte bugün sana sunulan bu sihir dolu objelerin asıl amaçları bunlardır. Artık bu son görüşmeden sonra bir daha beni burada, bu ikinci el pazarında bir daha görmeyeceksin. Çünkü o Büyük Tilki Konseyi’nin bana vermiş olduğu bütün görevleri sırasıyla yerine getirdim. Sevgili Veysel Baba, bundan sonraki yaşamında sana sonsuz mutluluklar dilerim. Ve artık bundan böyle çok uzaklarda bir yerlerde Prenses Batavine adında sevgi dolu bir dostunun, bir arkadaşının da olduğunu sakın olaki unutma. Hoşçakal Veyse Baba, hoşçakal iyi yürekli adam” diye; çok uzun ve çok ayrıntılı bir açıklama yaptıktan sonra adeta gözyaşları içinde öylece bir anda ortadan kayboldu.

Herşey biranda olup bitmiş ve o yalnızlıklar adamı Veyse Baba  daha bir cevap vermeden veya o güzeller güzeli Prenses Batavine’ye karşı var olan o sevgi dolu duygularını belli dahi etmeden; o sır dolu güzel prenses bir anda öylece ortadan yok olmuştu. Oysaki o her daim yalnızlıklarla boğuşan bu kalp yorgunu adam; adeta bir tesadüf eseri karşılaştığı o genç bayana karşı nede güzel hisler beslemişti. Ve çok uzun yıllar öncesinde kapatıp kilitlemiş olduğu o gönül kapısını; bu ikinci el pazarında karşılaştığı o dünyalar güzeli genç bayana açmak için nede çok heyecanlanmıştı. Ama bu seferde olmamıştı işte. Ve bu seferde duygu dolu hayalleri yine yarım kalmıştı işte.

O gün, o ikinci el pazarında en büyük hayal kırıklıklarından birini daha yaşayan o yaşam yorgunu Veysel Baba; Prenses Batavıne’den yeni bir takım sihir dolu objeler aldıktan sonra evine döndü. Prenses Batavine’nin o duygu dolu sözleri ve o gözyaşı yüklü veda konuşması bizim o yorgun savaşçı Veysel Baba üzerinde çok derin yaralar açmış gibiydi. Daha önceki yıllarda da buna benzer bir takım duygu yoğunlukları yaşayan Veysel Baba için; artık bu tür gönül oyunlarının hiç zamanı değildi ve onun daha yapacağı başka önemli görevleri vardı.

Çünkü o artık bundan böyle o bir takım gizemli güçler tarafından seçilmiş bir mesaj adamıydı, bir görev adamıydı. Ve söz konusu görevden dolayı da şimdilik kaydıyla bir takım gönül işlerine veya bir takım aşk oyunlarına kendi yaşamında yer vermemeliydi. Çünkü en ufak bir gönül ilişkisi veya aşk oyunu onun dikkatini dağıtabilir ve onu bir başka maceranın içine sürükleyebilirdi.

Adam, bütün bu gerçeklerden yola çıkarak; hemen o hafta sonu dostu Sessiz Ayak’la yapacağı o yeni görüşmesinin hazırlıklarına girişti. Önce şöyle fırında pişmiş çok leziz bir hindi hazırladı ve bir güzel paketleyip sırt çantasına yerleştirdi. Sonrada o ikinci el pazarında Prenses Batavine’nin kendisine vermiş olduğu Kutsal Sandığın o sihirli kilidini bir güzel kutuya yerleştirip cebine koyduktan sonra Shoreditch Park’ın yolunu tuttu. Dışarıdan hava bir hayli soğuktu ve vakitte bir hayli ilerlemişti. Gecenin o ilerlemiş saatinde yeniden bir araya gelen Veysel Baba ile yeni dostu Sessiz Ayak; önce bir güzel sohbet ettiler ve daha sonra bizim Veysel Baba sırt çantasındaki o fırında pişmiş hindiyi bir güzel yeni dostuna sundu. Böylesine leziz ve böylesine enfes bir hindiyi hayatında ilk defa yiyrn bizim konuşan tilki Sessiz Ayak çok mutlu olmuştu. Sevgili dostunun o mutluluğunu gören Veysel Baba; o mutluluğa, o sevince yeni birşeyler daha eklemek için cebindeki o kutuyu çıkarıp dostuna uzattı. Kutuyu gören Sessiz Ayak:

“Bu kutu da nedir böyle? Ne var bunun içinde?

“İçinde ne olduğunu öğrenmen için önce açman gerekiyor.”

“Öylesine heyecanlandımkı ayak bileklerim, patilerim daha şimdiden titremeye başladı.”

“Bu kadar heyecanlanmana hiç gerek yok. Çünkü içinde seni çok mutlu edecek büyük bir süpriz var.”

Veysel Baba’nın o yatıştırıcı sözleri  üzerine kutuyu bir güzel açan Sessiz Ayak; çok uzun yıllar önce çalınan o Kutsal Sandığın anahtarını görünce şaşkınlıktan ne yapacağını, ne söyleyeceğini şaşırdı. Çünkü yıllardır aradığı o sihirli anahtar artık onun o küçük patilerindeydi. Ve bu yeni dostu Veysel Baba, böylesine baş ağrıtan ve böylesine üzüntü veren bir sorunu çözmede yine ona yardım etmişti. Önce o kaybolan sihirli taşlar bulunup geri getirilmişti ve şimdide bu çalınan anahtar bir şekilde bulunup Veysel Baba tarafından kendisine teslim edilmişti. Böylesine güzel süprizler karşısında bizim konuşan tilkimi Sessiz Ayal şimdi daha bit mutluydu ve daha bir sevinç doluydu. Ve artık bazı şeyler daha bir netleşmişti ve daha bir aydınlığa kavuşmuştu. Dostunun o mutluluğunu, o sevincini gören Veysel Baba birkaç gündür çok merak ettiği o Kutsal Sandık hakkında bilgi edinmek istedi ve dostu Sessiz Ayağa:

“Sevgili dostum! Seni ne üzmek isterim, ne de zorlamak isterim. Fakat aklımı kurcalayan bir husus var. Gerek Prenses Batavine’den ve gereksede senden duyduğum şu Kutsal Sandık’ta nedir böyle. Bana söz konusu o Kutsal Sandık hakkında bildiklerini söyleyebilir misin? Mademki dostuzi mademki bu kadar sırrı paylaştık; ozaman benden yana endişe edeceğin bir durumda olmaması gerek diye düşünüyorum.”

Veysel Baba’nın bu isteği karşısında ne yapacağını şaşırdan Sessiz Ayak adeta iki arada bir derede kalmış gibiydi. Bir yanda o sevgili dostu Veysel Baba’nın Kutsal Sandığa dair isteği, bir diğer yanda ise o büyük Lordu Parapanu’ya vermiş olduğu o sözü. Kendisine hem ölümsüzlük bahşeden ve hemde o Kutsal Sandığı koruma görevini kendisine veren Lord Parapanu’yu ve o Büyük Tilki Konseyi’ni; böylesine önemli bir konuda hayal kırıklığına uğratmakta istemiyordu. Ve eğer bu noktada sadece kendilerine ait olan o sırları, o bilinmezleri bir insana açıkladığı takdirde; hem Lordu Parapanu’ya vermiş olduğu o sözü tutmamış olacaktı, hem o Kutsal Sandığı koruma görevi kendisinden alınıp bir başka tilkiye verilecekti, hem insanlarla konuşma yetisini veya özelliğini kaybedecekti ve hemde kendisine verilen o ölümsüzlük nişanı kendisinden alınacak ve böylelikle o da diğer bütün tilki dostları gibi ölümlü olacaktı.

Sessiz Ayak bir yandan bütün bunları düşünürken, bir diğer yandan ise o çok sevgili dostu Veysel Baba’yı üzmek istemiyordu. Çünkü o çok iyi kalpli bir insandı ve yüreği de sevgi doludydu. Hem Kutsal Sandığa ait o taşları ve o sihirli anahtarı bu iyi kalpli dostu bulup getirmemişmiydi? Ve ayrıca bu adamla konuşması için Lordu Parapanu kendisine izin vermemişmiydi? Ve işte bütün bu olanlardan dolayı o da artık bu gizemin bir parçası gibiydi ve o da artık bundan böyle bu gizem dolu bilmecede tol almaktaydı. Ve artık o tilkiler dünyasına ait birçok sırrı bilen bir adamdan, daha ne türl bilgiler veya sırlar saklanabilirdiki? Soğuk bir kı gecesinde hayatını kurtardığı bu yaşam yorgunu adam; artık onlardan biri gibiydi ve artık onunda o Kutsal Sandığa dair bir takım bilgileri veya sırları bilmesinde  herhangi bir sakınca yok gibiydi. Ve ayrıca ikiyüz yıla yaklaşan uzun yaşamında, o artık çok yorulmuştu. Çünkü böylesine uzun ömürlü bir yaşam ortalama onbeş yıl kadar yaşayan bir tilki için gerçektende çok zordu.

Sessiz Ayak böylesine uzun yaşamında birçok olay yaşamış ve birçok bilinmeyen olaya da bizzat kendisi tanık olmuştu. Sırlarla ve gizemlerle örülü o yaşam süreci veya o varlık ağacı; ona nede çok bilinmezi sunmuş ve onu adeta bir sur küpü haline getirmişti. Örneğin Shoreditch Park’ın o kutsal St. John’s Hoxton Kilisesi’nin kurulduğu o gğnleri daha dün gibi hatırlamaktaydı. Bütün mahallelinin bir araya gelerek ve büyük bir yardımlaşma örneği göstererek inşa ettikleri o St. John’s Hoxton Kilisesi’nde yaşanan o sevgi dolu anlar, o mutluluk dolu anlar ne de güzeldi. Şu gizem dolu Shoreditch Park’ın o inşaa sürecinde yaşananlar ve çocukların yeni bir parka kavuşmalarından dolayı yaşamış olduklarını o sevinç nede görülmeye değerdi.

İkiyüz yıllık yaşamın büyük bir kısmını o St. John’s Hoxton ile bu gizem dolu Shoreditch Park arasında geçiren Sessiz Ayak; bu uzun yaşam süresi içinde özellikle de bu parkta birçok olaya tanık olmuştu. Örneğin; bu parkın içinde cinayet işleyen adamlarda görmüştü, parktaki o ağaçların dallarına kendini asan insanlarda görmüştü, o soğuk kış gecelerinde parkta donupta öylece hayatını kaybeden insanlarda görmüştü, birbirlerinin boğazını kesen bir takım canavar ruhlu insanlarda görmüştü, öldürdükleri o insanları getirip gizlice bu parkın içine gömen katillerde görmüştü, gecenin bir vaktinde bu parkta doğum yapan kadınlarda görmüştü. Ve hatta doğurdukları o yavrularını bu parka öylece bırakıp giden o annelik duygusundan yoksun kadınlarıda görmüştü. Ya tıpkı o Veysel Baba gibi çaresiz kalıpta gecenin bir vakti o altınlarını, o mücevherlerini, p değerli eşyalarını veya o deste deste paralarını getirip bu sır dolu parkın bir yerine öylece gömüpte saklayan o insanlara ne demeliydi? Gerçektende bu sır dolu, bu gizem dolu parkın bir dili olsaydıda bütün o yaşananları bir bir anlatsaydı. Ve bu sayede de bütün o sırlar, bütün o suçlar, bütün o günahlar ve bütün o bilinmezlikler bir bir ortaya dökülseydi. Ama o sır dolu bir parktı, gizem dolu bir parktı ve o her zaman yaptığı gibi aynı vefayı göstererek içinde barındırdığı o sırları, o gizemleri ve o bilinmezlikleri hiç kimseye açma niyetinde de değildi. Ve onun bu özelliği; en sonunda o yaşam yorgunu Veysel Baba’yla, o konuşan tilkiyi bir araya getirmede en büyük etken olmuştu.

Ya kutsal sığınağı St. John2s Hoxton Kilisesi’nde yaşananlara ne demeliydi. Nerdeyse ikiyüz yıldır kendisi için adeta bir sığınma yeri, bir barınma yeri olarak seçmiş olduğu o kilisenin duvar dibindeki o sığınağında; gerek o kiliseye dair, gerek o kilisede görev olan bütün o rahiplere dair ve gereksede o kiliseye ibadet etmek için gelen o insanlara dair neler görmüştü, neler duymuştu. Ve özelliklede o büyük lordu Parapanu tarafından kendisine verilen o Frekans Taşı sayesinde yukarıda, kilisenin içinde yaşananları bir güzel duyabiliyordu. Ve böyleliklede bir takım dini konular hakkında çok detaylı bilgilere sahip olmuştu. Onun, o kilisenin duvar dibinde geçirmiş olduğu ikiyüz yıllık yaşam süresi içinde onlarca nbaş rahip o kilisede görev almıştı. Hepsininde ayrı ayrı özellikleri vardı, hepsininde konuşma biçimi veya şekli birbirinden farklıydı, hepsininde özellikle din konularındaki bilgileri birbirinden farklıydı ve hepsininde gerek o Pazar ayinlerini yönetme biçimleri, gerek o vaftiz törenlerini uygulama şekilleri ve gereksede o günah çıkarma usülleri çok değişikti ve çok farklıydı.

Bizim konuşan tilki Sessiz Ayak; kilise dibindeki o ikiyüz yıllık yaşam diliminde o kilisede görev almış olan o rahiplerden duyduğu bilgiler sayesinde artık bir dün bilgini olmuştu. Ve kendisine bu konuda bir görev verilseydi eğer; hemen duvar dibindeki o yuvasından çıkıp yukarıya gidebilirdi ve çok rahatlıkla da bir Pazar ayinini en iyi bir şekilde yönetebilirdi. Örneğin o kutsal kilisenin geçmiş tarihine dair bir takım bilgileri, bir takım olayları ve bir takım yaşanmışlıkları bir güzel o ayine katılan insanlara anlatabilirdi. Bir zamanlar bu kilise nede çok dolup taşardı ve çocukların varlığı bu kiliseye nede güzel renk verirdi. O Pazar ayinlerine katılan insanlar ne de güzel giyinip bu kiliseye gelirlerdi ve o ayinleri ne de büyük bir hevesle dinlerlerdi. Çocukların kilisenin bahçesindeki o koşuşturmalarıi o eğlenceleri, o oyunları ne de güzeldi. Ya kilise bahçesinde düzenlenen o festivallere, o mangal partilerine ne denmeliydi.

Herşey ama herşey bir hayal gibi öylece uçup gitmişti sanki. Ve bizim konuşan tilki Sessiz Ayak; o geçmiş yıllarla bu günü karşılaştırdığında aradaki o farka hiçbir anlam veremiyordu. Eskiden her Pazar ayinine adeta koşa koşa gelen o insanlara ne olmuştu ve onların yerini olan bu yeni nesil neden kilisenin yolunu unutmuştu? Ve bu yeni nesli tek sığınakları olan o tanrının evinden soğutan asıl neden neydi? Gerçektende ne olmuştuda insanlar yavaş yavaş kiliseden veya o ibadet yerlerinden soğuyarak daha duyarsız, daha çıkarcı, daha maddeci ve daha günlük yaşayan bir yaşam şekline teslim olmuşlardı? Ve adına internet denilen, bilgisayar denilen, televizyon denilen, cep telefonu deni,len, teknoloji denilen ve çılgınca alış-veriş denilen o günahkar yaşam şekline adeta kurban edilmişlerdi.

O iyi kalpli Sessiz Ayak, o anda bütün bunları düşündü ve kendince bir takım cevaplar bulmaya çalıştı. O eski dostlukların, arkadaşlıkların ve de o sevgi dolu yaşanmışlıkların artık kalmadığını düşünen Sessiz Ayak; böylesine kirlenmiş bir dünyada, böylesine maddiyata teslim olmuş bir dünyada, böylesine çıkarcı ilişkilerin daha bir önem kazandığı bir dünyada, böylesine manevi değerlerden uzaklaşmış bir dünyada, böylesine duygudan yoksun bir dünyada, böylesine sevgiden mahrum edilmiş bir dünyada ve böylesine büyük bir hızla adeta o sonu gelmez karanlıklara doğru savrulan bir dünyada daha fazla yaşamanın ve daha fazla acı çekmenin herhangi bir anlamının olmadığını düşünerek; o Kutsal Sandık hakkındaki bütün bildiklerini o sevgili dostu Veysel Baba’ya anlatmaya karar verdi ve ona cevaben:

“Sevgili dostum Veysel Baba; Kutsal Sandık hakkındaki tüm bildiklerimi haftaya burada aynı saatte yapacağımız o görüşmede sana bir bir anlatacağım” dedikten sonra sessiz bir şekilde St. John’s Hoxton Kilisesi’nin duvar dibindeki o sığınağa geri döndü.